Twilight
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 7. Bölüm (Kabus)

Aşağa gitmek

Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 7. Bölüm (Kabus)  Empty Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 7. Bölüm (Kabus)

Mesaj tarafından Admin Çarş. Tem. 14, 2010 6:23 pm

7.Kabus

Charlie’ye bir sürü ödevim olduğunu ve hiçbir şey yemek istemediğimi
söyledim.Televizyondaki basketbol maçını büyük bir heyecanla
izliyordu;bu maçın ne özelliği vardı anlamadım.Yüzümde ya da sesimde
olağan dışı bir şey fark etmedi.
Odama girip kapımı kilitledim.Masamı karıştırıp eski kulaklıklarımı
buldum ve bunları eski CD çalarıma taktım.Noel’de Phil’in bana hediye
ettiği CD’yi aldım.Onun en sevdiği gruplardan biriydi ama bana göre
fazla sertti.CD’yi CD çalara yerleştirip yatağıma uzandım.Kulaklığı
taktım,play tuşuna bastım ve sesini kulaklarımı acıtacak kadar
açtım.Gözlerimi kapattım ama ışık hala rahatsız ediyordu;ben de yastığı
yüzüme bastırdım.
Dikkatimi müziğe verdim.Sözleri anlamaya,karışık davul ritimlerini
çözmeye çalışıyordum.CD’yi üçüncü kez dinlerken,nakarat bölümlerini
ezberlemiştim.Birden grubu sevdiğimi fark ettim.Phil’e yeniden teşekkür
etmeliydim.
Müzik işe yaramıştı.Sert ritim düşünmemi engelliyordu,zaten bu yüzden
dinliyordum.Bütün şarkı sözlerini ezberleyene dek müziği tekrar tekrar
dinledim.Sonunda uyuyakalmışım.
Gözlerimi tanıdık bir yerde açtım.Aklımın bir köşesinde rüya
gördüğümün farkındaydım.Ormanın o yeşil ışığını gördüm.Yakınlarda bir
yerlerde kayalara çarpan dalga seslerini duyabiliyordum.Okyanusu
bulursam güneşi de bulabileceğimi biliyordum.Sesi takip ettim.O sırada
Jacob elimden tutup beni ormanın içine doğru çekmeye çalıştı.
‘‘Jacob?Ne oluyor?’’ diye sordum.Yüzünde korku dolu bir ifade
vardı.Tüm itirazlarıma karşın beni sertçe çekiyordu;bense karanlığın
içine gitmek istemiyordum.
‘‘Koş Bela!Koşmak zorundasın!’’diye fısıldadı,dehşet içindeydi.
‘‘Bu taraftan Bela!’’Mike’ın sesiydi bu,ağaçların arasından
geliyordu,ama onu göremiyordum.
‘‘Neden?’’diye sordum,hala Jacob’a karşı koymaya çalışıyor,umutsuzca
güneşi arıyordum.
Jacob elimi bıraktı,çığlık attı ve karanlık ormanda yere düştü.Ben
korkuyla bakarken beni de yanına çekti.
‘‘Jacob!’’diye bağırdım.Ama yoktu.Onun yerinde şimdi siyah
gözlü,kocaman,kızıl bir kurt vardı.Kurt başını çevirdi ve burnuyla
kumsalı işaret etti.Hırlıyordu.Omuzlarındaki tüyler pırıl pırıldı.
‘‘Bella koş!’’diye bağırdı Mike arkamdan.Ama ben dönmedim.Kumsaldan
gelen ışığa bakıyordum.
Derken ağaçların arasından Edward fırladı.Cildi parlıyordu.Gözleri
simsiyah ve dehşet vericiydi.Ona doğru yürümem için elini
uzattı.Ayağımın dibindeki kurt hırlıyordu.
Edward’a doğru bir adım attım.Gülümsedi,dişleri sivriydi.
‘‘Güven bana,’’diye mırıldandı.Bir adım daha attım.
Kurt kendini benimle vampir arasına attı.Pençeleri havadaydı.
‘‘Hayır!’’diye bağırdım yatağımdan sıçrayarak.Kulaklıklarla CD çalar
yere düştü.
Işık hala açıktı.Bense giyinik halde yatağımda
oturuyordum.Ayakkabılarımı bile çıkarmamıştım.Şifonyerin üzerindeki
saate baktım.Saat beş buçuktu.
Gerindim,botlarımı çıkardım ve yatağa tekrar yüzüstü uzandım.Yeniden
uykuya dalamayacak kadar huzursuzdum.Sırtüstü dönüp kot pantolonumun
düğmelerini açtım ve pantolonu zorlukla bacaklarımdan sıyırdım.Saç örgüm
beni rahatsız etmişti,tokamı çıkarıp örgüyü çözdüm.Yastığı yine yüzüme
kapattım.
Elbette hiçbir işe yaramadı.Düşünceleri kafamdan atmaya çalışıyordum
ama bilinçaltımdaki görüntüler gözümün önünden gitmiyordu.Bunlarla
yüzleşmek zorundaydım.
Yatağımda doğruldum,kan aşağı doğru akarken başım bir dakika kadar
döndü.Her şeyin bir sırası var,diye düşündüm;bunu olabildiğince
ertelemeliydim.İçinde banyo malzemelerimin olduğu çantamı aldım.
Duş düşündüğüm kadar uzun sürmedi.Saçımı kurutmak için zaman harcadım
ama sonunda banyodaki işim bitti.Havlumu vücuduma sarıp odama
döndüm.Charlie uyuyor muydu yoksa çıkmış mıydı,bilmiyordum.Camdan
baktığımda baktığımda polis arabasını göremedim.Yine balık tutmaya
gitmişti heralde.
Eşofmanlarımı giyip yatağımı toladım.Bu hiç yapmadığım bir şeydi
aslında.Daha fazla erteleyemeyecektim.Masama oturdum ve eski
bilgisayarımı açtım.
Burada internet kullanmaktan nefret ediyordum.Modemim çok eskiydi,çok
yavaş bağlanabiliyordum.Beklerken kendime bir kase mısır gevreği almaya
karar verdim.
Mısır gevreğimi yavaş yavaş yedim.Bitirince kaseyi ve kaşığı
yıkadım,kuruladım ve yerine koydum.Merdivenleri çıkarken ayaklarım geri
geri gidiyordu.CD çalarımı yerden aldım ve dikkatle masaya
bıraktım.Kulaklıkları çıkartıp çekmeceye yerleştirdim.Sonra aynı CD’yi
çalmaya başladım ve sesini nerdeyse sonuna kadar kıstım.
İçimi çekerek bilgisayarımın başına döndüm.Ekran her zamanki gibi
internet reklamlarıyla dolmuştu.Portatif sandalyeme oturdum ve açılan
pencereleri birer birer kapattım.Sonunda en sık kullandığım arama
motoruna ulaştım.Birkaç reklam penceresini daha kapattıktan sonra bir
sözcük yazdım.
Vampir
Elbette sonuca ulaşmam yine çok uzun sürdü.Sonuçlar ekrana geldiğinde
elemem gereken bir sürü şey olduğunu gördüm.Filmler,televizyon
programları,oyunlar,yer altı zenginlikleri,gotik kozmetik şirketleri …
Nihayet umut vaat eden bir site buldum.-A’dan Z’ye Vampirler.Sayfanın
yüklenmesini sabırsızlıkla bekledim,açılan reklam pencerelerini
heyecanla kapattım.Sonunda sayfa açıldı.Yazılar,düz beyaz bir arka
planın üzerine siyahla yazılmıştı.Ana sayfada şu iki alıntı vardı:

Hayaletlerin ve kötü ruhların geniş ve karanlık dünyasında,vampirler
kadar korkunç,onlar kadar tiksinilen ve nefret edilen,ürkütücü ve
büyüleyici bir cazibeye sahip başka bir figür yoktur.Vampir ne
hayalettir ne kötü ruh,ama ikisinin karanlık doğasını,gizemli ve korkunç
özelliklerini bünyesinde barındırır.(Motegue Suınmers)



Eğer bu dünyada kesin bir şey varsa,o da vampirlerin var
olduğudur.Bunun kanıtları saymakla bitmez:resmi
raporlar,cerrahlar,rahipler,yargıçlar,ünlü kişilerin ifadeleri…Bütün
bunların yanı sıra,vampirlere kim inanır?(Rousseau)



Sitede,dünyada anlatılan bütün vampir efsanelerinin alfabetik listesi
vardı.İlk tıkladığım efsane,uzun süre önce adalarda taro bitkisi diken
Danag adında Filipinli bir vampir hakkındaydı.Efsaneye göre Danag uzun
yıllar insanlarla birlikte çalışmıştı.Ancak bir gün bir kadın parmağını
kestiğinde Danag onun yarasını emince,ortaklık bitmişti.Danag kanın
tadını çok beğenmiş ve kadının bütün kanını içmişti çünkü.


Bütün tanımları dikkatle okuyup bildik ve akla yakın şeyler bulmaya
çalıştım.Görünüşe göre,bütün vampir efsaneleri güzel kadınların kötü ruh
ve çocukların da kurban olduğu teorisine dayanıyordu.Ayrıca bu
efsaneler gençlere ahlaki öğütler veriyor,erkeklerin sadakatsizliği için
de mazeretler uyduruyordu.Hikayelerin çoğu bedensiz ruhlara ve uygunsuz
cenaze törenlerine karşı uyarılara değiniyordu.Filmlerde gördüklerimle
pek ilgileri yoktu.Ayrıca yalnızca birkaçının, Musevi Estrie ve
Polonyolı Upier’in kan içtiği söyleniyordu.
Üç karakter ilgimi çekti:güzel ve soluk tenli bir insan gibi
görünebilen,güçlü ölümsüz Romanyalı Varacolaci,gece yarısından sonra bir
saat içinde bütün bir kasabayı katledebilecek kadar güçlü ve hızlı
yaratık Slovak Nelapsi ve Stregoni benefici.
Sonuncuyla ilgili yalnızca kısa bir cümle yazıyordu.

Stregoni benefici:İtalyan vampir,iyiliğin yanında olduğu
söylenmektedir ve bütün kötü vampirlerin ölümlü düşmanıdır.



Yüzlerce hikayeden hiç değilse birinin iyi vampirlerden söz etmesi
içimi rahatlatmıştı.


Bu bilgilerde,Jacob’un hikayelerine ya da benim gözlemlerime uyan çok
az şey vardı.Okurken zihnimde küçük bir liste yaptım ve bunları her
mitle karşılaştırdım.
Hız,güç,güzellik,soluk ten,renk değiştiren gözler;ardından Jacob’un
kriterleri:kan içiciler,kurt adamların düşmanları,soğuk tenli ve
ölümsüz.Tek bir faktöre uyan hikayelerin sayısı bile azdır.
Seyrettiğim korku filmlerinden ve okuduklarımdan bildiğim kadarıyla
bir sorun daha vardı:vampirler gün ışığına çıkamazlardı,güneş onları
küle çevirirdi.Bütün gün tabutta uyurlar ve yalnızca gece dışarı
çıkarlardı.
Sinirlenmiştim.Pencerelerin düzgün kapanmasını beklemeden bilgisayarı
kapattım.Hem sinirliydim hem de utanıyordum.Bu çok aptalcaydı.Odamda
oturmuş,vampirler hakkında araştırma yapıyordum.Derdim neydi
benim?Forks’a geldiğim ve Oympic Peninsula’ya gittiğim için oluyordu
bunlar.
Bir an önce evden çıkmalıydım,ama gitmek istediğim en yakın yer
arabayla üç günlük uzaklıktaydı.Botlarımı giydim,nereye gideceğimi
bilmeden merdivenlerden aşağı indim.Havaya bakmadan yağmurluğumu üzerime
geçirip kapıdan çıktım.
Hava kapalıydı ama şimdilik yağmur yağmıyordu.Kamyonetimin yanına
uğramadan Charlie’nin bahçesini geçtim;doğu yönünde,ormanın
derinliklerine doğru yürümeye başladım.Çok geçmeden evden
uzaklaşmıştım;yol gözden kaybolmuştu.Ayağımın altındaki ıslak toprağın
vıcık sesinden ve kargaların ötüşünden başka ses duymuyordum.
Ormanın içine doğru uzanan incecik bir patika vardı,yoksa kendi
başıma dolaşma riskini göze alamazdım.Yön bulma konusunda çok
kötüydüm,çevresinde çok fazla şey olmayan her yerde
kaybolabilirdim.Patika ormanın derinliklerine iniyordu,doğuya gittiğimi
hissediyordum.Patika Sitka ladinlerinin,çam ve porsuk ağaçlarının,yaban
mersinlerinin etrafından kıvrılıyordu.Bu ağaçların isimlerini az çok
biliyordum;polis arabasıyla giderken Charlie camdan gösterip öğretmişti
bana.Ancak adını bilmediğim bir sürü ağaç vardı;bazılarından da
etrafları yeşil bitkilerle çevrili olduğu için emin olamıyordum.
Kendime duyduğum öfke geçene kadar patikayı takip ettim.Sakinleşmeye
başlayınca yavaşladım.Tepeme birkaç damla su damladı ama yağmur mu
başlamıştı yoksa ağaçların dallarında biriken sular mıydı
bunlar,bilmiyordum.Yeni kesilmiş bir ağaç(yeni kesildiğini henüz
yosunlarla kaplanmamış olmasından anlamıştım) kardeşlerinden birinin
gövdesine yaslanmış ve patikanın birkaç adım ötesinde korunaklı bir bank
oluşturmuştu.Çalıların üzerinden atladım ve giysilerimin nemli yerle
temas etmemesine dikkat ederek ceketimi altıma alıp oturdum.Başımı canlı
ağaca yasladım.
Buraya gelmemeliydim;yanlış bir yer seçmiştim;ama başka nereye
gidebilirdim ki?Orman koyu yeşildi.Önceki gece rüyamda gördüğüm ormana
çok benziyordu.Artık benim ayak seslerim de olmadığından, orman tam bir
sessizliğe bürünmüştü.Kuşlar ötmüyordu;damlalar artıyordu.Demek ki
yağmur başlamıştı.Çalılar boyumu geçiyordu.Bir de oturduğum
için,patikadan geçen biri beni göremezdi.
Ormanda,ağaçların arasında,evde beni utandıran saçmalıklara inanmak
daha kolaydı.Bu ormanda binlerce yıldır hiçbir şey değişmemişti.Bu yeşil
sisin içinde efsaneler çok daha inandırıcı geliyordu insana.
Mutlaka cevaplamam gereken iki hayati soru üzerinde yoğunlaşmaya
çalıştım ama bunu yaparken çok isteksizdim.
Öncelikle,Jacob’un Cullen’larla ilgili söylediği şeyin doğru olup
olmayacağına karar vermek zorundaydım.
Mantığım bunun kesinlikle doğru olmayacağını söyledi.Bu uydurma
hikayelere inanmak çok aptalcaydı.Peki o zaman ne,diye sordum kendi
kendime.Şu anda hayatta olmamın mantıklı hiçbir açıklaması
yoktu.Gözlemlediğim şeyleri zihnimden geçirdim:imkansız hız ve
güç,siyahtan altın rengine sonra yine siyaha dönen göz rengi,insanüstü
bir güzellik,solgun,soğuk bir ten.Şimdi bazı ayrıntıları da
hatırlıyordum;hiç yemek yememeleri,hareketlerindeki abartılı
zarafet.Bazen yirmi birinci yüzyılda bir sınıfta değil de on dokuzuncu
yüzyılın başlarından kalma bir romandaymış gibi garip sözcük ve deyimler
kullanıyordu Edward.Kan grubumuza bakılacağı gün dersi
ekmişti.Gideceğimiz yeri öğrenene kadar kumsal gezisine itiraz
etmemişti.Etrafındaki herkesin ne düşündüğünü biliyor gibiydi …benim
dışımda.Bana kötü ve tehlikeli olduğunu söylemişti.
Cullen’lar vampir olabilir miydi?
Bir şey oldukları kesindi.Gözlerimin önünde,mantıklı bir açıklaması
olmama ihtimali bulunan bir olay cereyan ediyordu.Jacob’un soğuk teorisi
mi yoksa benim süper kahraman teorim mi geçerliydi bilmiyorum ama
Edward Cullen bir insan değildi.İnsanüstü bir yaratıktı.;
O halde-belki.Şimdilik cevabım bu olmalıydı.
Asıl önemli soru şuydu:Bu doğruysa ben ne yapacaktım?
Edward bir vampirse-bunu düşünürken çok zorlanıyordum-ne
yapacaktım?Bir başkasına söylemem mümkün değildi.Buna kendim bile
inanamıyordum,söylediğim kişi bana deli muamelesi yapardı herhalde.
Yalnızca iki seçenek mantıklı görünüyordu.Birinci;onun tavsiyesine
uymak;akıllı olmak ve ondan olabildiğince uzak durmak.Planlarımızı iptal
etmek ve onu elimden geldiğince yok saymak.Birlikte girdiğimiz derste
aramızda geçilmez kalın bir cam varmış gibi davranmak.Ona beni yalnız
bırakmasını söylemek ve bu kez kararlı olmak.
Bu seçeneği düşünürken büyük bir umutsuzluk ve acı hissettim.Beynim
planı reddetti ve diğer seçeneğe geçti.
Hiçbir şey olmamış gibi davranabilirdim.Sonuçta,Edward kötü bir
yaratık olsaydı,şimdiye kadar bana zarar verecek bir şey yapardı.Aslında
o,o kadar hızlı davranmasaydı,Tyler’ın çamurluğunun içine
geçebilirdim.Kendimle tartışmaya başladım.
‘‘Belki de hızlı bir refleksti,’’dedim kendi kendime.Ama eğer hayat
kurtarma refleksleri varsa,ne kadar kötü olabilirdi ki?Kafamda bin türlü
cevapsız soru dolaşıyordu.
Emin olduğum bir şey vardı.Önceki gece rüyamda gördüğüm karanlık
Edward,Edward’ın kendisi değildi;Jacob’un anlattıklarının bende
yarattığı korkunun bir yansımasıydı.Kurt adamın hareketinden korkup
‘‘hayır’’ diye bağırmam ondan korktuğum için değildi.Keskin pençeleriyle
üzerime gelmiş olsa da,onun zarar görmesinden endişelenmiştim;onun için
korkmuştum.
Bunun içinde sorunun cevabının olduğunu biliyordum.Gerçekten bir
seçim şansımın olup olmadığını bilmiyordum.Yeterince derinlere
gitmiştim.Korkunç sırrımla ilgili hiçbir şey yapamayacağımı
biliyordum.Çünkü onu,insanı hipnotize eden gözlerini,kişiliğinin o
manyetik gücünü düşündüğümde,onunla birlikte olmaktan başka bir şey
istemiyordum.Birden titredim ve ayağa fırladım.Beni gizleyen o yerde
daha fazla kalmak istemiyordum.Yağmur yüzünden yolu göremez olmaktan
korkuyordum.
Ama yol oradaydı;güvenli ve açık bir şekilde yeşil labirente doğru
dönüyordu.Hızla yolu takip ettim,kapüşonumla yüzümü örtmüştüm.Ağaçların
arasında adeta koşarak ilerlerken evden ne kadar uzaklaşmış olduğumu
görüp şaşırdım.Doğru yolda mı olduğumu yoksa ormanın derinliklerine mi
doğru mu ilerlediğimi merak ettim.Neyse ki büyük bir paniğe
kapılmadan,örümcek ağlarıyla kaplı dalların arasındaki boşlukları
görmeye başladım.Ardından caddeden geçen bir arabanın sesini duydum ve
özgür olduğumu anladım.Önümde Charlie’nin bahçesi uzanıyordu.Sıcak bir
ortam ve kuru çoraplar vaat eden ev beni davet ediyordu.
Eve girdiğimde öğlen olmuştu.Üst kata çıktım ve bütün gün evden
çıkmayacağım için kot pantolon ve tişört giydim.Dikkatimi çarşamba günü
teslim etmem gereken Macbeth ödevi üzerinde yoğunlaştırmam zor
olmadı.Müsveddeleri hazırlamaya başladım.Çok huzurluydum;hatta doğrusunu
söylemem gerekirse perşembe günü öğleden sonrasından beri kendimi bu
kadar huzurlu hissetmemiştim.
Hep böyle olurdu.Düşünüp taşındığım,karar vermeye çalıştığım süreç
benim için en sancılı süreçti.Ancak bir kez karar verdikten
sonra,rahatlar ve bu karardan şaşmazdım.Bazen umutsuzluk,duyduğum
rahatlamayı lekelerdi;tıpkı Forks’a gelme kararım gibi.Yine de bu
seçeneklerle boğuşmaktan daha iyiydi.
Bu kararla yaşamak fazlasıyla kolaydı.Tehlikeli derecede kolay.
Günüm çok sessiz ve verimli geçti,saat sekiz olmadan ödevimi
bitirdim.Charlie eve kocaman bir balıkla geldi,ben de gelecek hafta
Seattle’dan balık tarifleri kitabı almaya karar verdim ve bunu zihnime
yazdım.Bu geziyi düşündükçe hissettiklerim,Jacob’la yürüyüşe çıkmadan
önce hissettiklerimden farklı değildi.Heyecanlanıyordum.Farklı
olmalıydı,diye düşündüm.Korkmalıydım,korkmam gerektiğini biliyordum ama
içimde gerektiği gibi bir korku hissetmiyordum.
Güne çok erken başladığım,önceki gece de çok az uyuduğum için
yorgundum;o gece hiç rüya görmedim.Forks’a geldiğimden beri ikinci kez
gözlerimi güneşin parlak sarı ışığıyla açtım.Pencereye gittim;gökyüzünün
bulutsuz olduğunu görünce çok şaşırdım.Var olan birkaç bulut,beyaz ve
inceydi;yağmur yağdırmaları mümkün değildi.Pencereyi
açtım;sessizce,gıcırdamadan açılması beni şaşırttı.Kim bilir kaç yıldır
kimse açmamıştı bu pencereyi.Hava sıcaktı,rüzgar da esmiyordu.Kanım
damarlarımda hızla hareket etmeye başlamıştı.
Alt kata indiğimde,Charlie kahvaltısını bitirmek üzereydi.Yüzüme
bakınca ruh halimi hemen anladı.
‘‘Dışarda hava çok güzel,’’dedi.
‘‘Evet,’’dedim gülümseyerek.
O da gülümsedi.Gülünce gözlerinin kenarlarında çizgiler
oluşuyordu.Böyle zamanlarda annemin neden onunla gencecik yaşında apar
topar evlendiğini anlayabiliyordum.Babam,ben onu tanımadan önce romantik
özelliklerinin birçoğunu kaybetmişti;tıpkı benimle aynı renk olan
saçlarını yavaş yavaş kaybetmesi gibi.Şimdi alnında bir açıklık
vardı.Ancak gülümsediğinde,o zamanlar benim şu andaki yaşımdan iki yaş
büyük olan Renee’yle kaçan o adamı biraz olsun görebiliyordum.
Kahvaltımı pencereden dışarısını seyrederek neşe içinde
yaptım.Charlie benimle vedalaştı;polis arabasının evden uzaklaştığını
duydum.Yağmurluğumu alırken bir an duraksadım;canım onu evde bırakmak
istedi.Ama sonra içimi çekerek yağmurluğu katlayıp koluma aldım.Aylardır
gördüğüm en parlak gün ışığına çıktım.
El kremimi kullanarak,kamyonetin iki camını da neredeyse sonuna kadar
açmayı başardım.Okula ilk varanlardan biri bendim.Evden aceleyle
çıkarken saatime bile bakmamıştım.Kamyonetimi park ettim ve kafeteryanın
güney tarafında bulunan,pek sık kullanılmayan banklara doğru
yürüdüm.Banklar hala nemliydi;ben de yağmurluğumu yanıma aldığıma memnun
olarak onun üzerine oturdum.Çok hareketsiz olan sosyal hayatım
sayesinde ödevlerimi yapmıştım;ama doğru çözdüğümden emin olmadığım
birkaç trigonometri problemi vardı.Büyük bir çalışkanlık örneği
sergileyerek kitabımı çıkardım;ama daha ilk problemin yarısında,kırmızı
kabuklu ağaçların üzerinde oynaşan güneş ışıklarını
seyrederken,hayallere daldım.Ödevimin kenarına bir şeyler
karaladım.Birkaç dakika sonra birden kağıda bana bakan beş çift göz
çizdiğimi fark ettim.Silgiyle hepsini sildim.
Birinin ‘‘Bella’’ diye seslendiğini duydum;Mike’ın sesine
benziyordu.Etrafıma bakınmak için başımı kaldırdığımda,benim orada
oturduğum süre içinde okulun kalabalıklaştığını gördüm.Herkes tişört
giymişti;sıcaklık yirmi beş derece olmadığı halde şort giyenler bile
vardı.Mike haki şortu ve çizgili Rugby tişörtüyle el sallayarak bana
doğru geliyordu.
‘‘Merhaba Mike!’’diye karşılık verdim.Böyle bir günde soğuk olmak
mümkün değildi.
Yanıma oturdu,jöleyle şekillendirip dikleştirdiği saçları ışıkta
altın gibi parlıyordu,yüzünde de pırıl pırıl bir gülümseme vardı.Beni
gördüğüne çok sevinmişti,ben de mutlu olduğumu hissettim.
‘‘Daha önce hiç fark etmemiştim,saçlarında kızıllar
var,’’dedi,saçımın bir tutamını parmaklarının arasına alarak.
‘‘Yalnızca güneşte.’’
Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken rahatsız oldum.
‘‘Harika bir gün,değil mi?’’
‘‘Tam bana göre,’’dedim.
‘‘Dün ne yaptın?’’dedi,her yaptığımı bilmesi gerekirmiş gibi.
‘‘Ödevimi yaptım.’’Bitirdiğimi söylemedim,inek bir öğrenci gibi
görünmek istemiyordum.
Alnına vurdu.’’Of,doğru!Perşembe günü teslim etmemiz gerekiyor,değil
mi?’’
‘‘Sanırım çarşamba.’’
‘‘Çarşamba mı?’’Kaşlarını çattı.’’Kötü haber…Senin ödevinin konusu
ne?’’
Shakespeare’in kadın karekterlerini düşmanca ele alıp almadığı.’’
Bana sanki Latince konuşmuşum gibi baktı.
‘‘Ben de bu gece ödevimi yapmaya başlasam iyi olacak,’’dedi üzgün
üzgün.’’Ama ben sana bu gece benimle dışarı çıkmak ister misin diye
soracaktım.’’
‘‘Ya.’’Tedirgin olmuştum.Neden artık Mike’la rahatsızlık hissetmeden
konuşamıyordum?’’
‘‘Yemeğe gidebilirdik ya da bir şeyler yapabilirdik…aslında ben
ödevimi daha sonra da yapabilirim.’’Bana bakıp umutla gülümsedi.
‘‘Mike…’’Bunu yapmaktan nefret ediyordum.’’Sanırım bu pek iyi bir
fikir değil.’’
Birden yüzü asıldı.’’Neden?’’diye sordu,gözlerinde hüzünlü bir
ifadeyle.Düşüncelerim Edward’a kaydı.Acaba Mika da mı onu hatırlamıştı?
‘‘Şimdi sana söyleyeceklerimi başka birine söylersen seni
öldürürüm,’’diyerek onu tehdit ettim.’’Ama bunun Jessica’yı inciteceğini
düşünüyorum.’’
Afallamıştı.Bunun hiç aklına gelmediği belliydi.
‘‘Jessica mı?’’
‘‘Mike,sen kör müsün?’’
‘‘Ah,’’dedi şaşkınlıkla.Ben de onun bu şaşkınlığından yararlanıp
konuyu değiştirdim.
‘‘Ders başlayacak,yine geç kalmak istemiyorum.’’Kitaplarımı çantama
koydum.
Üç numaralı binaya doğru hiç konuşmadan yürüdük,Mike’ın aklı başka
yerdeydi sanki.Düşüncelerinin onu doğru yöne götüreceğini umuyordum.
Trigonometri dersinde Jessica’yı gördüm.Çok heyecanlıydı.O,Angela ve
Lauren o akşam dansta giymek üzere kıyafet almak için Port Angeles’a
gidiyorlardı.İhtiyacım olmamasına karşın benim de gitmemi
istiyordu.Karasız kaldım.Kızlarla kasaba dışına çıkmak iyi olabilirdi
ama Lauren da gelecekti.Hem bu gece ne yapacağımı kim bilebilirdi?Ama
böyle düşünmem doğru değildi.Güneş elbette beni mutlu etmişti;ama aşırı
neşeli halimin tek nedeni bu olamazdı elbette.
Bu nedenle Jessica’ya Charlie’yle konuşmam gerektiğini söyledim ve
‘‘Belki,’’dedim.
İspanyolca dersine giderken Jessica’nın ağzında yalnızca dans
vardı.Beş dakika geç biten dersten sonra da aynı konuda konuşmaya devam
etti.Öğle yemeğimizi yemek üzere kafeteryaya doğru yürüdük.Zihnim onun
söylediklerinin birçoğunu dinleyemeyecek kadar meşguldü.Şüphelerimden
kurtulmak için,hem Edward’ı hem de diğer Cullen’ları görmek için
sabırsızlanıyordum.Kafeteryaya girerken,bir korkunun içime yayıldığını
ve mideme yerleştiğini hissettim.Ne düşündüğümü anlayabilecekler
miydi?Birden farklı bir korkuya kapıldım.Edward yine benimle oturmak
için bekliyor olabilir miydi?
Her zamanki gibi,öncelikle Cullen’ların masasına baktım.Masanın boş
olduğunu görünce paniğe kapıldım.Gözlerim kafeteryayı taradı;Edward’ın
beni tek başına bekliyor olmasını umdum.İçerisi nerdeyse tamamen
doluydu.İspanyolca dersi geç bittiği için biz geç kalmıştık.Ama
ortalıkta ne Edward ne de ailesi vardı.Terk edilmişlik duygusunu bütün
gücüyle hissettim.
Jessica’nın arkasından yürüdüm;artık onu dinliyormuş gibi görünme
zahmetine bile katlanmıyordum.;
Biz geç kaldığımız için herkes çoktan masaya oturmuştu.Mike’ın
yanındaki boş sandalyeye oturmayıp Angela’nın yanındaki sandalyeye
geçtim.Mike’ın kibarca Jessica’nın sandalyesini tuttuğunu
gördüm,Jessica’nın yüzü aydınlandı.
Angela Macbeth ödeviyle ilgili birkaç soru sordu,ben de üzüntüden
mahvolmama karşın doğal cevaplar vermeye çalıştım.Angela da akşam
onlarla alışverişe gitmemi teklif etti,ben de kabul ettim.Kafamı
dağıtmam gerekiyordu.
Biyoloji dersine girdiğimde aslında son bir umut taşımakta olduğumu
fark ettim.Ancak Edward’ın yeri boştu,ben de müthiş bir hayal
kırıklığına uğradım.
Günün geri kalanı ağır ve sıkıcı geçti.Beden eğitimi dersinde
badmintonun kuralları anlatıldı,bu da benim için başka bir
işkenceydi.Ama hiç değilse sahada ona buna çarpıp düşerek koşmak yerine
oturup dersi dinlemem gerekiyordu.İşin güzel tarafı,öğretmen konuyu
bitiremedi,böylece bir gün daha kazandım.Bir gün sonra elime bir raket
tutuşturup beni sınıfın önünde rezil edeceklerdi ama umurumda değildi.
Kampustan çıktığıma ç.ok memnun oldum;böylece Jessica ve diğer
kızlarla dışarı çıkmadan önce dertlenip surat asmak için vaktim
olacaktı.Evin kapısından girdiğim anda telefon çaldı,Jessica planımızın
iptal olduğunu söylemek için arıyordu.Mike onu yemeğe davet ettiği için
mutlu olmaya çalıştım;sonunda onun duygularını anlamıştı;ama coşkum bana
çok yapay geldi.Alışverişe ertesi gün gidecektik.
Bu durumda kafamı dağıtamayacaktım.Akşam yemeği için balık marine
etmiştim;önceki geceden kalma salata ve ekmek de vardı.Yani mutfakta
yapacak işim yoktu.Yarım saat kadar ödevimle uğraştım;ama o da
bitti.E-mail’larımı kontol etti;annemin mektuplarını okudum.Sondan
geriye doğru geldikçe sitemleri beni daha çok üzdü.İçimi çektim ve hemen
bir cevap yazdım.

Anne,


Üzgünüm.Dışarıdaydım.Arkadaşlarla kumsala gittik.Sonra da ödevimle
uğraşmak zorundaydım.

Birden bahanelerimin çok zavallı olduğunu düşündüm ve bunlardan
vazgeçtim.



Bugün burada hava güneşli.Ben de çok şaşırdım!Dışarı çıkıp
olabildiğince D vitamini alacağım.Seni seviyorum.


Bella.

Bir saatimi okulla ilgili olmayan bir şey okuyarak geçirmeye karar
verdim.Forks’a getirdiğim küçük bir kitap koleksiyonum vardı.Jane Austen
kitaplarından birini aldım ve arka bahçeye yöneldim.Alt kata inerken
dolaptan eski bir örtü aldım.


Charlie’nin küçük,kare bahçesinde örtüyü katladım ve güneşe rağmen
hala ıslak olan çimlerin üzerine,ağaçların gölgesinden uzak bir yere
serdim.Yüzüstü uzandım,bacaklarımı havada çapraz yaptım ve kitaptaki
hikayelere göz atmaya başladım.Zihnimi en çok meşgul edecek hikayeyi
bulmaya çalışıyordum.En çok Aşk ve Gurur ile Aşk ve Yaşam’ı
seviyordum.Aşk ve Gurur’u yeni okumuştum;bu nedenle Aşk ve Yaşam’ı
okumaya karar verdim.Ancak üçüncü bölüme geldiğimde,kahramanın adının
Edward olduğunu öğrenene kadar …Öfkeyle Mansfield Park’ı açtım ama
buradaki kahramanın adı da Edmund’dı.Bu isim Edward’a çok yakındı.On
sekizinci yüzyılın sonunda başka izim yok muydu?Hırsla kitabı kapattım
ve sırtüstü uzandım.Kollarımı sıvadım ve gözlerimi kapattım.Tenimdeki
sıcaklıktan başka bir şey düşünmeyeceğim,dedim kendi kendime.Hafif bir
meltem esmeye başlamıştı,uçuşan saçlarım yüzümü gıdıklıyordu.Saçlarımı
geriye atıp örtünün üzerine yaydım.Sonra yine gözkapaklarıma,elmacık
kemiklerime,burnuma,dudaklarıma,kollarıma,boynuma dokunan,oradan da
gömleğimden içeri işleyen güneş ışığı üzerine yoğunlaştım.
Charlie’nin polis arabasının sesiyle uyandım.Şaşkınlık içinde
doğruldum.Güneş ışıkları ağaçların arkasında
kaybolmuştu.Uyuyakalmıştım.Etrafıma bakındım;birden yalnız olmadığımı
fark edince afalladım.
‘‘Charlie?’’diye seslendim.Ama kapının önünde abrasının kapısının
kapandığını duydum.
Nemlenen örtüyü ve kitabımı alıp ayağa fırladım.Fırını yakmak için
içeri koştum,yemeği biraz geç yiyecektik.İçeri girdiğimde Charlie
kemerini asmıştı;botlarını çıkartıyordu.
‘‘Özür dilerim baba,yemek henüz hazır değil,bahçede
uyuyakalmışım,’’dedim esneyerek.
‘‘Telaş yapma.Ben de maç izlemek istiyordum zaten,’dedi.
Yemekten sonra yapacak başka bir şey bulamadığım ve zaman öldürmek
istediğim için Charlie’yle televizyon izledim.İzlemek istediğim bir şey
yoktu;ama ben beysbol sevmediğim için Charlie ikimizi de hiç güldürmeyen
bir sitcom açtı.Birlikte bir şeyler yaptığımız için mutlu
görünüyordu.Bütün sıkıntıma karşın,onu mutlu etmek benim de hoşuma
gitmişti.
‘‘Baba,’’dedim reklamlar başladığında.
‘‘Jessica ve Angela yarın akşam dansta giymek üzere kıyafet almak
için Port Angeles’a gidecekler,benim de onlarla gidip fikir vermemi
istiyorlar …Gitmemin senin için bir sakıncası var mı?’’
‘‘Jessica Stanley mi?’’diye sordu.
‘‘Ve Angela Weber’’İçimi çekerek ona ayrıntıları verdim.
Kafası karışmıştı.’’Ama sen dansa gitmiyorsun,değil mi?’’
‘‘Hayır baba,sadece onlara fikir vereceğim.Şu güzel,bu olmadı
filan…’’Bunu bir kadına açıklamam gerekmezdi.
‘‘Peki,’’dedi.Kızlarla ilgili meselelerle başa çıkamayacağını
anlamıştı.’’Ama öbür gün okula gideceksin.’’
‘‘Okuldan çıkar çıkmaz gideceğiz,erken döneriz.Sen akşam yemeğinde
sorun yaşamazsın,değil mi?’’
‘‘Bells,sen buraya gelmeden önce on yedi yıl boyunca kendi
yemeklerimi kendim yedim ben,’’diye hatırlattı.
‘‘Nasıl hayatta kaldın,bilmem,’’diye söylendim.’’Ben sandviç yapıp
buzdolabına koyarım,olur mu?Üst rafa…’’
Sabahleyin hava yine güneşliydi.Yepyeni bir umutla uyandım ve bunu
bastırmaya çalıştım.Hava güzel olduğu için,V yaka lacivert bluzumu
giydim.Phoenix’teyken bu bluzu kış ortasında giyerdim.
Evden derse tam saatinde yetişecek şekilde çıktım.Kalbim küt küt
atarak park yerinde dolaşırken,hem boş bir yer arıyordum hem de orada
olmadığı açıkça belli olan gümüş rengi Volvo’yu.Kamyonetimi park yerinin
arka tarafına bıraktım ve İngilizce dersine son dakikada,soluk soluğa
yetiştim.
Bugünün de önceki günden farkı yoktu.Kafeteryada onu boşu boşuna
aradım;biyoloji dersinde de yerinin boş olduğunu gördüm ve elimde
olmadan kafamda yaşattığım umutlar kayboldu.
Port Angeles planı bu gece gerçekleşecekti.Plan benim için daha cazip
hale gelmişti;çünkü Lauren işi olduğu için gelmiyordu.Kasabadan bir an
önce çıkmak istiyordum;böylece sürekli arkama dönüp bakmaktan ve
Edward’ın bir anda karşıma çıkmasını umut etmekten vazgeçecektim.O akşam
keyifli olacağıma ve Jessica ile Angela’nın alışveriş zevkini
mahvetmeyeceğime dair kendime söz verdim.Belki ben de bir şeyler
alırdım.Hafta sonu Seattle’da tek başıma alışveriş yapabileceğimi
düşünmemeye çalıştım,daha önce yapılan planla da ilgilenmiyordum.Bu
planı iptal etmeden önce en azından bana haber vermesi gerekirdi
herhalde.
Okuldan sonra Jessica eski beyaz Mercury’siyle beni takip
etti.Kitaplarımı ve kamyonetimi eve bıraktım.Saçlarımı
fırçaladım.Nihayet Forks dışına çıkacağım için heyecanlanmıştım.Masanın
üzerine Charlie’ye yemeğinin nerede olduğunu açıklayan bir not
bıraktım.Hantal okul çantamı bırakıp pek sık kullanmadığım çantamı aldım
ve Jessica’nın yanına koştum.Sonra bizi bekleyen Angela’nın evine
gittik.Kasabanın sınırlarından çıkarken heyecanımın birden arttığını
hissettim.



Alıntıdır !
Admin
Admin
Kontes
Kontes

Mesaj Sayısı : 157
Reputation : 0
Kayıt tarihi : 11/07/10
Yaş : 28
Nerden : Yalova

https://twilightserisi-tr.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz