Twilight
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 13 Bölüm (İtiraflar)

Aşağa gitmek

Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 13 Bölüm (İtiraflar)  Empty Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 13 Bölüm (İtiraflar)

Mesaj tarafından Admin Çarş. Tem. 14, 2010 6:16 pm

13.İTİRAFLAR

Edward güneşin altında insanı şaşkına çeviriyordu. Bütün bir akşamüzeri
ona baktığım halde alışamadım. Teni bembeyazdı, üzerinde binlerce elmas
varmış gibi parlıyordu Hiç hareket etmeden çimlerin üzerinde
yatıyordu; gömleğinin önü açıktı, heykel gibi parlak göğsü görünüyor,
çıplak kolları parlıyordu.Gözleri kapalıydı ama elbette
uyumuyordu.Mermer gibi pürüzsüzdü,kristal gibi parlıyordu.


Dudakları titriyor gibiydi. Nedenini sorduğumda kendi kendine şarkı
söylediğini söyledi, bunu duymam mümkün değildi.
Bu arada ben de güneşin tadını çıkarıyordum. Ben de onun yaptığı gibi
sırt üstü yatmak ve güneşin yüzümü ısıttığını hissetmek istiyordum. Ama
oturup çenemi dizlerime dayadım.Gözlerimi ondan ayıramazdım.
İlk başta beni büyüleyen çayır onun kusursuzluğunun yanında sönük
kalıyordu.
Her an kaybolmasından korkuyordum, Gerçek olamayacak kadar güzeldi.
Tereddüt ederek ona uzandım, çimlerin üzerinde duran elini okşadım.
Saten gibi pürüzsüz, taş gibi soğuk eline dokununca heyecanla ürperdim.
Ona baktığımda beni izlediğini fark ettim. Kusursuz dudaklarında bir
gülümseme belirdi. Gözleri bugün altın sarısı bakışları sıcacıktı.
“Seni korkutmuyor muyum?” diye sordu şakayla karışık, ama sesindeki
merakı fark etmiştim.
“Her zamanki kadar”
Yavaşça yaklaşıp elini tuttum. Parmaklarımın titrediğini fark ettim; bu
onun gözünden kaçmayacaktı.
“Seni rahatsız ediyor mu?” diye sordum çünkü gözlerini tekrar
kapatmıştı.
“Hayır,” dedi gözlerini açmadan. “Bunun nasıl bir şey olduğunu hayal
bile edemezsin.” İçini çekti.
Elimi kaslı kollarında gezdirmeye başladım, bileğindeki damarları takip
ediyordum. Diğer elimle elini çevirmek istedim. Ne yapmak istediğimi
anlayarak elini çevirdi. Bu beni çok şaşırttı, bir an parmaklarım
kolunun üzerinde hareketsiz kaldı.
“Affedersin,” diye mırıldandı. Yine gözlerini kapattı. “seninle
birlikteyken rahatça kendim gibi davranabiliyorum.”
Elini çevirip güneşin avucunda parladığını gördüm. Sonra elini yüzüme
yaklaştırdım ve elindeki gizli katmanları görmeye çalıştım.
“Bana ne düşündüğünü söyle,” diye fısıldadı gözlerini bana dikerek.
“Bunu bilememek garibime gidiyor.”
“Biliyorsun, bizler zaten karşımızdakilerin ne düşündüğünü
anlayamıyoruz. Yani bu durum bizim için sürekli geçerli,” dedim.
“İşiniz zor.” Sesinde üzüntü mü vardı? “Ama bana söylemedin.”
“Keşke senin ne düşündüğünü bilebilseydim.” dedim tereddütle.
“Başka?”
“Keşke senin gerçek olduğuna inanabilseydim.Ve keşke korkmasaydım…”
“Korkmanı istemiyorum.” Sesi yumuşak bir mırıltı gibiydi. Aslında
söylemeye çalıştığı şeyi anlamıştım. Korkmama gerek yoktu, korkacak bir
şey yoktu.
“Öyle bir korkuyu kastetmedim.”
Ben ne olduğunu anlayamadan doğruldu ve sağ koluna yaslandı. Sol eli
hala elimdeydi. Melek yüzü yüzüme yakındı. Onun bu beklenmedik
yakınlaşmasından kaçabilirdim, beklide kaçmalıydım, ama hareket
edemiyordum. Altın rengi gözleri beni büyülemişti sanki.
“Öyleyse neden korkuyorsun?” diye fısıldadı.
Cevap veremedim. Bir kez daha soluğunu yüzümde hissettim. Tatlı, nefis,
ağzımı sulandıran koku… Başka hiçbir şeye benzemiyordu. İçgüdüsel
olarak, düşünmeden, nefesimi tutarak ona yaklaştım.
Birden kendini geri çekti. Elini de elimden çekiverdi.Ben ne olduğunu
anlayamadan birkaç metre uzaklaşmıştı benden. Şimdi dev köknar ağacının
gölgesinde, küçük çayın kenarında duruyordu. Bana bakıyordu, gölgede
koyu renk görünen gözlerinde anlaşılmaz bir ifade vardı.
Yüzümde acı ve şaşkınlık dolu bir ifade olduğunu hissedebiliyordum. Boş
ellerim sızlıyordu.
“Ben… üzgünüm… Edward,” diye fısıldadım. Duyabileceğini biliyordum.
“Bana bir dakika ver,” dedi, ancak benim daha az hassas olan
kulaklarımın duyabileceği şekilde. Hiç kımıldamadan oturuyordum.
Bana çok uzun gelen on saniyenin ardından ona göre çok yavaş sayılacak
şekilde gerisin geriye yürümeye başladı. Durdu; aramızda hala mesafe
vardı. Zarif bir şekilde yere oturup bağdaş kurdu. Bütün bunları
yaparken gözleri üzerimdeydi. İki derin soluk aldı ve özür dilercesine
gülümsedi.
“Çok üzgünüm.” Tereddüt etti. “Yalnızca bir insan olduğumu söyleseydim
ne demek istediğimi anlar mıydın?”
Başımı salladım. Bu şakaya gülecek durumda değildim.Tehlikenin bilincine
yavaş yavaş vardığımda, damarlarımda adrenalini hissetmeye başladım.
Bunun kokusunu oturduğum yerden alabiliyordum. Alaycı bir tavırla
gülümsedi.
“Ben dünyanın en yırtıcı hayvanıyım değil mi? Her şeyim –sesim, yüzüm,
hatta kokum- seni bana çekiyor. Sanki buna ihtiyacım varmış gibi!”
Beklenmedik bir şekilde ayağa kalktı ve koşarak gözden kayboldu. Yarım
saniye içinde çayırın etrafında bir tur atıp döndü ve yine aynı ağacın
altında durdu.
“Beni geçebilir misin!” dedi acı acı gülümseyerek.
Tek eliyle ladin ağacının dalına uzandı ve kalın dalı neredeyse hiç güç
sarf etmeden, kulakları sağır eden bir gürültüyle ağacın gövdesinden
ayırdı. Dalı bir eliyle dengeledi sonra da müthiş bir hızla başka bir
ağaca doğru fırlattı. Ağaç sallanıp titredi.
Bana doğru yürüyüp birkaç adım ötemde durdu.
“Benim hakkımdan gelebilir misin?”
Hareket etmeden oturuyordum. Ondan hiç bu kadar korkmamıştım. İlk defa
medeniyetten bu kadar uzak görünüyordu. İlk defa bir insana bu kadar az
benziyordu… ve daha önce hiç bu kadar güzel olmamıştı. Kül rengi yüzüm,
iri iri olmuş gözlerimle bir yılanın gözlerine kilitlenmiş bir kuşta
farksızdım herhalde.
Onun şahane gözleri heyecanla parlıyordu. Birkaç saniye sonra bu parıltı
kayboldu. Yerini derin bir hüzün aldı.
“Korkma,” diye mırıldandı, kadife sesi istem dışı olarak baştan
çıkarıcıydı. “Söz veriyorum.” dedi tereddütle “sana zarar vermeyeceğime
yemin ediyorum.” Benden çok kendini ikna etmeye çalışıyordu sanki.
“Korkma,” diye fısıldadı yeniden, bana yaklaşırken. Hareketlerinde
abartılı bir yavaşlık vardı. Yanıma oturdu. Şimdi yüzlerimiz aynı
hizadaydı. Aramızda birkaç santim kalmıştı.
“Affet beni lütfen.”dedi ciddi bir tavırla. “Kendimi kontrol edebilirim.
Ben hazırlıksız yakalandım. Ama bundan sonra iyi davranacağım.”
Bekledi ama ben hala konuşamıyordum.
“Bugün hiç susamadım, doğru söylüyorum.” Göz kırptı.
Gülmek zorunda kaldım ama sesim titrek ve kısık çıkmıştı.
“İyi misin?” diye sordu şefkatle.Yavaşça dikkatle uzanıp mermer eliyle
elimi tuttu.
Önce pürüzsüz, soğuk ellerine sonrada yüzüne baktım.Gözlerinde
yumuşacık, pişmanlık dolu bir ifade vardı.yeniden eline baktım ve parmak
ucumla avucundaki çizgilerin üzerinden geçtim.başımı kaldırıp
içtenlikle gülümsedim.
Bana şahane gülümsemesiyle karşılık verdi.
“Benim kaba davranışlarımdan önce nerde kalmıştık” diye sordu eski
zamanlardan kalma bir kibarlıkla.
“Gerçekten hatırlamıyorum”
Gülümsedi ama utanmış gibiydi. “sanırım senin neden korktuğunu
konuşuyorduk. Asıl neden dışında.”
“Ah doğru”
“Ee?”
Ellerine baktım, parmağımla o pürüzsüz, ışıltılı avucuna bir şeyler
çiziyordum. Saniyeler geçiyordu.
“Ne kadar kolay sinirleniyorum.” dedi. Gözlerinin içine baktım. Bütün bu
yaşadıklarım onun içinde yeniydi. Bunca yıldır yaşadığı deneyimlerden
sonra onun içinde zor olmalıydı. Bu düşüncelerden cesaret aldım.
“Korkuyordum, çünkü belirli nedenlerden dolayı seninle kalamam. Ve ben
seninle kalmayı fazlasıyla isteyeceğimden korkuyorum.” Konuşurken
ellerine baktım. Bunu yüksek sesle söylemek benim için çok zordu.
“Evet,” dedi yavaşça. “Bu korkulacak bir şey. Benimle birlikte olmak
istemen. Senin için hiç iyi olmaz.”
Kaşlarımı çattım.
“Uzun zaman önce gitmeliydim.” İçini çekti. “Şimdi de gitmeliyim.Ama
bunu yapabilir miyim bilmiyorum.”
“Gitmeni istemiyorum.” Dedim yere bakarak.
“İşte nu yüzden gitmeliyim. Ama merak etme, ben bencil bir yaratığım.
Senin yanında olmayı, yapmam gereken şeyi yapamayacak kadar çok
istiyorum.”
“Sevindim.”
“Sevinme!” Yine elini çekti ama bu kez daha nazikti. Sesi her
zamankinden sertti. Yine de diğer tüm insanların sesinden çok daha
güzeldi. Onu anlamak çok zordu, bu değişken halleri beni şaşkına
çeviriyor, afallamama neden oluyordu.
“İstediğim tek şey yanımda olman değil! Bunu sakın unutma. Senin için.
Başkaları için olabileceğimden daha tehlikeli olduğumu sakın unutma!”
Durup boş gözlerle ormana baktı.
Bir an düşündüm.
“Ne söylemeye çalıştığını anlamıyorum,” dedim. “Özellikle son bölümü
anlamadım.”
Bana döndü ve muzip muzip gülümsedi, ruh hali yine değişmişti.
“Sana nasıl anlatsam?” dedi sesli düşünür gibi. “Seni yine korkutmadan…
ımmm…” Pek düşünmeden, elini elimin içine koydu, bende iki elimle onun
elini kavradım. Ellerimize baktı.
“İnanılmayacak kadar hoş bir duygu bu , bu sıcaklık,” dedi.
İçini çekti.
Bir an durdu. Düşüncelerini toparlamaya çalışır gibiydi.
“Biliyorsun herkesin farklı zevkleri vardır,” diye başladı söze.
“Bazıları çikolatalı dondurma sever, bazıları çilekliyi tercih eder.”
Başımı salladım.
“Bu yemek örneği için üzgünüm, başka türlü nasıl açıklayacağımı
bilemedim.”
Gülümsedim. O da gülümseyerek karşılık verdi.
“Her insanın koku alışı farklıdır; herkes farklı bir kokuyu sever. Bir
alkoliği bayat bira dolu bir odaya kilitlersen, bu biraları seve seve
içer. Ama eğer iyileşmeye çalışan bir alkolikse ve eğer isterse buna
karşı koyabilir. Ama diyelim ki odaya bir bardak kaliteli, yüz yıllık
konyak koydun. Odayı bunun kokusu doldurdu. Sence o zaman ne yapar?”
Sessizce oturmuş, birbirimizin gözlerinin içine bakıyor, birbirimizin
düşüncelerini okumaya çalışıyorduk.
Sessizliği o bozdu.
“Bekli de bu doğru karşılaştırma değil. Konyağı reddetmek çok kolay
olabilir. Belki de alkolik yerine eroin bağımlısını örnek vermeliydim.”
“Yani ben senin için bir tür uyuşturucu muyum?”diye dalga geçtim. Havayı
yumuşatmak istiyordum.
Bu çabamı takdir eder gibi gülümsedi. “Evet kesinlikle benim
uyuşturucumsun.”
“Bu sık sık oluyor mu?” diye sordum.
Vereceği cevabı düşünerek ağaçlara baktı.
“Kardeşlerimle bunu konuştum.” Hala uzaklara bakıyordu. “Jasper’a göre
hepiniz aşağı yukarı birbirinizin aynısınız. Aileme en son katılan kişi
o. Bunlardan uzak durmak onun için çok zor. Henüz kokularla tatlar
arasındaki farklar konusunda yeterli duyarlılığa sahip olacak fırsatı
olmadı.” Yüzünde özür diler gibi bir ifadeyle bana baktı.
“Özür dilerim,” dedi.
“Önemli değil. Lütfen beni inciteceğini ya da korkutacağını filan
düşünüp endişelenme. Sen böyle düşünüyorsan. Bunu anlayabilirim ya da en
azından anlamaya çalışabilirim. Sen yeter ki anlat.”
Derin bir nefes aldı ve tekrar gökyüzüne baktı.
“Jasper daha önce karşısına senin kadar…” Duraksadı, doğru sözcükleri
bulamaya çalışıyordu, “çekici birinin çıktığından emin değildi. Emmett
deyim yerindeyse benden daha uzun süredir içki içmiyor; o ne demek
istediğimi anladı. Onun başına iki kez gelmiş; ikiside birbirinden
güçlüymüş.”
“Peki ya sen?”
“Asla.”
Bu sözcük bir süre ılık meltemde asılı kaldı.
“Emmett ne yaptı?” diye sordum sessizliği bozarak.
Bu yanlış bir soruydu. Edward’ın yüzü asıldı, elimin içindeki elini
yumruk yaptı. Başını çevirdi. Bekliyordum ama cevap vermeyecekti.
“Sanırım anladım,” dedim sonunda.
Başını bana çevirdi, gözleri yalvarır gibiydi.
“En güçlümüz bile kendini böyle şeylere kaptırabilir, değil mi?”
“Ne istiyorsun? Onayımı mı” Sesim düşündüğümden de sert çıkmıştı. Daha
yumuşak bir sesle konuşmaya çalıştım. Bu dürüstlüğünün bedelini ağır
ödeyebileceğini biliyordum.
“Yani hiç umut yok mu?” Söylediklerine pişman olmuştu.”Elbette umut var.
Yani elbette ben seni…” Cümlesini tamamlayamadı. Gözleri alev alev
yanıyordu. “Bizim için durum farklı. Emmett’ın karşısına yabancı
insanlar çıkmıştı. Bu çok uzun zaman önceydi ve o zamanlar şimdiki gibi
deneyimli ve dikkatli değildi.”
Sustu. Ben bunları düşünürken dikkatle beni inceledi.
“Yani biz… karanlık bir yolda filan karşılaşsaydık…” dedim titreyen bir
sesle.
“Bir sürü öğrenciyle dolu bir sınıfın ortasında üzerine atlamamak çok
zordu.” Birden durup uzaklara baktı. “Sen yanımdan geçerken, Carlisle’ın
bizim için inşa ettiği her şeyi mahvedebilirdim. Uzun yıllardır
susuzluğumu bastırmasaydım, kendime engel olamayabilirdim.”
Büyük bir ciddiyetle bana baktı. İkimizde aynı şeyleri hatırlamıştık.
“Benim deli olduğumu düşünmüşsündür herhalde.”
“Bir türlü nedenini anlayamıyordum. Benden bu kadar çabuk nasıl nefret
edebilirdin?”
“Bana göre sen, kendi cehennemimden beni mahvetmek için
Gönderilmiş bir şeytandın. Teninden gelen o koku… İlk tanıştığımız gün o
kokunun beni deli edeceğini sandım. O bir saat boyunca Seni odadan
çıkaracak ve yalnız kalmanı sağlayacak binlerce yol düşündüm. Ama sonra
ailemi hatırladım, bu onlara büyük zarar verirdi. Bu düşünceleri
kafamdan atmaya çalıştım. Sana beni takip etmene neden olacak şeyler
söylemeden kaçmak zorundaydım.”
Onun bu acı anlarını anlamaya çalışırken yüzümde garip bir ifade
belirmiş olmalıydı. İnsanı hipnotize eden altın sarısı gözleriyle
kirpiklerinin altından bana baktı.
“Gerildin herhalde,” dedi.
“Buna hiç şüphe yok,” diye karşılık verdim. Sakin görünmeye
çalışıyordum.
Kaşlarını çatarak ellerime baktı. Böylece gözlerinin gücünden
kurtulmuştum. “Sonra senden uzak durmak gibi saçma bir plan uygulamaya
kalkıştım. Ders programımı yeniden düzenlemeye çalışırken, sen geldin. O
küçük, sıcak odada yanımdaydın. Kokun beni çıldırtıyordu. Seni nerdeyse
avlayacaktım. Orada sadece zavallı bir insan vardı; onunla başa çıkmak
çok kolay olurdu.”
Güneşin altında titriyordum, bütün yaşadıklarımı şimdi onun bakış
açısıyla tekrar görüyordum. Tehlikenin farkına ancak şimdi varıyordum.
Zavallı Bayan Cope, neredeyse istemeden onun ölümüne de neden olacaktım.
Seni beklemek ve okuldan sonra takip etmemek için kendimi zorladım.
Dışarıda senin kokunu almadığım zaman her şey daha kolaydı, iyi düşünüp
doğru kararlar verebiliyordum. Evin yakınlarında diğerlerinden ayrıldım.
Onlara ne kadar zayıf olduğumu söylemeye utanıyordum; yalnızca bir
şeylerin ters gittiğini biliyorlardı. Sonra hastaneye Carlisle’ın yanına
gittim. Ona buradan ayrılacağımı söyleyecektim.”
Şaşkınlıkla ona bakıyordum.
“Onunla arabaları değiştirdim, onun arabasında bir depo benzin vardı.
Bende durmak istemiyordum. Eve gitmeye cesaret edemedim. Esme’yle
karşılaşmak istemiyordum. O, olay çıkarır, gitmeme izin vermezdi. Buna
gerek olmadığı konusunda beni ikna etmeye çalışırdı.
“Ertesi sabah Alaska’daydım.” Sesi, sanki korkaklığını itiraf ediyormuş
gibi utanç doluydu. “Orada bazı eski tanıdıklarla iki gün geçirdim. Ama
evimi çok özledim. Esme’yi ve ailemi üzdüğümü bilmekten nefret
ediyordum. Temiz dağ havasında, senin karşı konulmaz olduğuna
inanmıyordum. Kendi kendimi kaçmanın zayıflık olduğuna ikna ettim. Daha
önce bu kadar güçlü olamasa da beni çeken şeylerle başa çıkabilmiştim ve
ben güçlüydüm. Sen kimdin ki? Öylesine bir kız işte…” dedi
gülümseyerek. “Beni olmak istediğim yerden gönderecek öylesine bir kız.
Bu yüzden geri geldim…” Boşluğa bakıyordu,
Konuşamıyordum.
“Bazı önlemler aldım. Seni görmeden önce her zamankinden daha çok
avlanmak gibi. Sana da diğer insanlara davrandığım gibi davranabilecek
kadar güçlü olduğumdan emindim. Bu konuda kendimi beğenmiş biriyim.
“Senin düşüncelerini okuyamamak ve benim hakkımda ne düşündüğünü
bilmemek benim için kesinlikle bir sorundu. Daha önce Jessica’nın
aklından senin söylediklerini okumak gibi gibi karmaşık önlemler
almamıştım hiç. Jessica pek zeki değil, buna katlanmak benim için çok
can sıkıcıydı. Sonra söylediklerinde ciddi olup olmadığını anlayamadım.
Bu çok rahatsız ediciydi.” Bunları hatırlayınca kaşlarını çattı.
“Senin o ilk günkü davranışlarımı unutmanı istiyordum; böylece seninle
herhangi biriyle konuşur gibi konuşabilirdim. Bu konuda çok hevesliydim,
senin düşüncelerini deşifre etmek istiyordum. Ama sen çok ilginçtin;
kendimi senin ifadelerine kaptırıp gidiyordum. Ne zaman elinle ya da
saçınla havayı hareketlendirsen, kokun beni serseme çeviriyordu.
“sonra gözlerimin önünde ölecektin neredeyse. Daha sonra ve hemen
müdahale etmek için iyi bir nedenimin olduğuna karar verdim. Eğer seni
kurtarmasaydım kanın akacaktı ve ben de dayanamayacaktım; ne olduğumu
herkese göstermiş olacaktım. Ama bu bahane aklıma sonradan geldi. O an
sadece, ‘O değil!’ diye düşünüyordum.
Gözlerini kapattı, bu acı itiraflarının içinde kaybolmuştu. Onu
mantıksız bir hevesle dinliyordum. Sağduyum bana korkmam gerektiğini
söylüyordu. Ama onu anladığım için rahatlamıştım. O canımı almak için
can attığını itiraf etmiş olsa da, çektiği acı karşısında müthiş bir
merhamet hissetmiştim.
Sonunda konuşmaya başladım. “Hastanede mi?”
Bana baktı. “Ne yapacağımı bilmez haldeydim. Kendimizi tehlikeye
attığıma, kendimi siz insanların gücüne teslim ettiğime inanamıyordum.
Seni öldürmek için başka bir nedene ihtiyacım vardı sanki.” Bu sözcüğü
duyar duymaz ikimizde ürperdik. “Ama tam tersi oldu.” diye devam etti.
“Bana tam zamanı olduğunu söylediklerinde, Rosalie, Emmett ve Jasper’la
kavga ettim. Bu şimdiye kadar ettiğimiz en kötü kavgaydı. Carlisle benim
tarafımı tuttu. Alice de öyle.” Onun adını söylerken yüzünü
buruşturmuştu. Nedenini anlamadım. “Esma de bana kalmam için ne
gerekiyorsa onu yapmamı söyledi.”
“Ertesi gün konuştuğun herkesin zihnini okudum ve sözünü tutmana çok
şaşırdım. Seni hiç anlamamıştım. Seninle daha fazla ilgilenemeyeceğimi
biliyordum. Elimden geldiğince senden uzak durmaya çalıştım. Her gün
teninin kokusu, nefesin, saçların beni ilk günkü kadar etkiledi.”
Bu kez bana bakarken gözlerinde şaşırtıcı derecede yumuşak bir ifade
vardı.
“O an kendimi açık etmiş olsaydım, hiçbir şey seni sana zarar vermekten
alıkoyamazdı.”
“Neden?” diye sordum insanı bir merakla.
“Isabella.” Tam adımı söyledi ve serbest olan eliyle saçlarımı okşadı. O
bana dokununca bütün bedenim ürperdi. “Bella, eğer sana zarar verirsem
yaşayamam. Bunu bana nasıl bir işkence ettiğini tahmin edemezsin.”
Başını eğdi, yine utanmıştı. “Seni öyle hareketsiz, bembeyaz, soğuk
düşünmek… Buna dayanamazdım.” Pırıldayan gözleriyle bana baktı. “Sen şu
anda benim için hayatta en önemli şeysin. Hiçbir şey benim için bu kadar
önemli olmamıştı.”
Konuşmanın hızlı değişimi balımı döndürmüştü. Benim olası ölümümü
konuşurken birden duygularını ifade etmeye başlamıştı. Ben gözlerimi
ellerimize dikmiş dururken o bekledi. Altın rengi gözlerini üzerimde
hissediyordum.
“Ne hissettiğimi biliyorsun,” dedim sonunda. “Gördüğün gibi buradayım…
Bu da senden uzak kalmaktansa ölmeyi tercih edeceğim anlamına geliyor.”
Kaşlarımı çattım. “ben geri zekalıyım.”
“Sen geri zekalısın,” diye onayladı gülerek. İkimizde yaşadığımız anın
garipliğine ve inanılmazlığına gülüyorduk.
“Ve aslan kuzuya aşık olur,” diye mırıldandı. Bu sözü duyunca irkilerek
gözlerimi ondan kaçırdım.
“Ne aptal bir kuzuymuş,” dedim içimi çekerek.
“Ne hasta ve mazoşist bir aslanmış.” Gözlerini yine ormanın
derinliklerine dikti. Ne düşündüğünü merak ediyordum.
“Neden?” diye söze başladım ama nasıl devam edeceğimi bilemedim.
Bana bakıp gülümsedi. Güneş ışığı yüzünü ve dişlerini parlatıyordu.
“Evet?”
“Bana daha önce neden benden kaçtığını anlat.”
Yüzündeki gülümseme soldu. “Nedenini biliyorsun.”
“Hayır, yani, tam olarak ben nerde yanlış yaptım? Kendime dikkat etmem
gerek, biliyorsun. Bu yüzden ne yapmam gerektiğini öğrenmeliyim. Örneğin
bunun…” elinin arkasını okşadım. “Bir sakıncası yok gibi görünüyor.”
Yine gülümsedi. “Sen yanlış bir şey yapmadın Bela. Benim hatamdı.”
“Ama eğer mümkünse, sana yardım etmek istiyorum. Durumu senin için
zorlaştırmak istemiyorum.”
“Şey…” Bir an düşündü. “Mesele senin yakınlığındı. Birçok insan
içgüdüsel olarak bizden uzak durur; bizim uzaklığımız iter onları. Senin
bana bu kadar yaklaşmanı beklemiyordum.Ve boynunun kokusu…” Birden
durdu, rahatsız olup olmadığımı anlamak istercesine bana baktı.
“Peki öyleyse,” dedim, gergin havayı yumuşatmaya çalışarak. Çenemi içeri
çektim.”Bundan sonra sana boynumu göstermem ben de.”
İşe yaramıştı, güldü. “Bu beni çok şaşırttı.”
Serbest olan elini kaldırdı ve yavaşça boynumun yan tarafına koydu.
Hareketsin oturuyordum. Elinin soğuk dokunuşu benim için korkmam
gerektiğini söyleyen doğal bir uyarıydı. Ama içimde korkudan eser yoktu.
Ancak başka duygular hissediyordum.
“Görüyorsun,” dedi. “Her şey yolunda.”
Kanımın akışı hızlanmıştı sanki. Yavaşlatmayı çok istiyordum.
Damarlarımda atan nabzımın her şeyi daha da zorlaştırdığını biliyordum.
Bunu duyduğundan emindim.
“Yanaklarındaki kızarıklık çok güzel,” diye mırıldandı. Diğer elini
yavaşça elimden çekti. Elim kucağıma düştü. Yanağımı okşadı, sonra
yüzümü mermer ellerinin arasına aldı.
“Kımıldama,” diye fısıldadı, sanki donakalmamışım gibi.
Yavaşça, gözlerini gözlerimden ayırmadan, bana doğru uzandı. Sonra soğuk
yanağını boğazımın altındaki boşluğa yasladı. Artık istediğim halde
hareket edemiyordum. Onun düzenli soluklarını dinledim; bronz saçlarıyla
dans eden güneş ve rüzgarı seyrettim. Saçları diğer her yerinden daha
“insan”dı.
Elleri yavaşça boynumun iki yanına kaydı. Titredim; onun da soluğunu
tuttuğunu fark ettim. Elleri omuzlarıma doğru hareket etti ve orada
durdu.
Yüzünü yana çevirdi, burnu köprücük
kemiğime değdi. Yanağını göğsüme yasladı.
Kalbimi dinliyordu.
“Ah,” dedi içini çekerek.
Hiç hareket etmeden ne kadar ne kadar oturduğumu bilmiyorum. Beli
saatlerce… Yavaş yavaş benim nabzım zayıfladı ama o bana sarılırken
kımıldamadı ya da konuşmadı. Her an bu ona fazla gelebilir ve hayatım
sona erebilirdi; farkında bile olmazdım. Ama nedense bir türlü
korkmuyordum. Onun bana dokunuyor olduğundan başka bir şey
düşünemiyordum.
Sonra birden beni bıraktı.
Gözlerinde huzur vardı.
“Bir daha böyle zor olmayacak,” dedi tatmin olmuş bir halde.
“Senin için çok mu zordu?”
“Düşündüğüm kadar kötü değildi. Senin için?”
“hayır benim için kötü değildi.”
Gülümsedi. “Ne demek istediğimi biliyorsun.”
Ben de gülümsedim.
“Bak” elimi alıp yanağına dayadı. “ne kadar sıcak değil mi?”
Her zaman buz gibi olan teni neredeyse sıcaktı. Onunla ilk tanıştığım
günden beri hayal ettiğim yüzüne dokunduğum için sıcaklığı fark
etmemiştim.
“Kımıldama,” diye fısıldadım.
Kimse Edward kadar hareketsiz duramazdı.
Gözlerini kapattı ve elimin altında taştan oyulmuş bir heykel gibi
hareketsiz durdu.
Ondan daha yavaş hareket ettim; beklenmedik bir harekette bulunmamak
için çok dikkat ediyordum.Yanağını, gözünün altındaki mor halkayı
okşadım. Parmağımı kusursuz burnu ve dudakları üzerinde gezdirdim.
Elimin altındaki dudağı aralandı; serin nefesini parmak uçlarımda
hissettim. Uzanıp kokusunu içime çekmek isterdim. Onu fazla zorlamak
istemiyordum.
Gözlerini açtı, acıkmış gibi bakıyordu. Bu korkmama değil midemdeki
kasların gerilmesine ve damarımda kanın daha hızlı akmasına neden oldu.
“Keşke” diye fısıldadı, “keşke benim hissettiğim karmaşayı, kafa
karışıklığını hissedebilseydin. Keşke anlayabilseydin.”
Elini yüzüme yaklaştırdı ve hafifçe dokundu.
“Anlat,” dedim.
“Anlatabileceğimi sanmıyorum. Dediğim gibi, beni sana duyduğum açlık ve
susuzluk acınacak bir yaratık haline getiriyor. Herhalde bunu bir
noktaya kadar anlayabilirsin. Tabii sen yasak bir maddeye bağımlı
olmadığın için tam olarak anlamanı beklemiyorum.” Güldü.
“Ama…” Parmağıyla yavaşça dudaklarıma dokundu, yine ürperdiğimi
hissettim. “Başka türlü açlıklar da vardır. Benim hiç anlayamadığım,
bana çok yabancı gelen açlık türleri.”,”Bunu düşündüğünden daha iyi
anlayabilirim.”
“Kendimi bu kadar insan hissetmeye hazır değilim. Hep böle midir?”
“Benim için mi?” Durdum. “Hayır daha önce hiç böyle olmamıştı.”
Ellerimi ellerinin arasına aldı. Onun demir gibi ellerinin gücünün
yanında benimkiler ne kadar zayıftı.
“Sana nasıl yakın olacağımı bilemiyorum.” Diye itiraf etti. “Bunu nasıl
yapacağımı bile bilmiyorum.”
Gözlerimi ondan ayırmadan yavaşça uzandım. Yanağımı onun taş gibi sert
göğsüne yasladım. Nefesinden başka hiçbir şey duymuyordum.
“Bu kadar yeter,” diyerek içimi çekip gözlerimi kapattım. Çok insani bir
hareketle bana sarıldı ve yüzünü saçlarımın arasına gömdü.
“Bu konuda düşündüğünden çok daha iyisin,” dedim.
“Benim insani içgüdülerim var. Biraz derinlerde olsalar da varlar.”
Uzun bir süre öyle oturduk. O da benim gibi kımıldamadan öylece kalmak
istiyor muydu acaba?
Gün ışının yavaş yavaş kaybolduğunu, ağaçların gölgelerinin üzerimize
düştüğünü fark edince içimi çektim.
“Gitmen gerek.”
“Aklımı okuyamadığını sanıyordum.”
“Yavaş yavaş netleşiyor.” Güldü.
Omuzlarımdan tuttu, yüzüne baktım.
“Sana bir şey gösterebilir miyim? Diye sordu, gözleri heyecandan
parlıyordu.
“Ne göstereceksin?”
“Sana ormanda nasıl dolaştığımı göstereceğim.” Yüzümdeki ifadeyi gördü.
“Merak etme, güvende olacaksın ve kamyonete çok daha hızlı gideceğiz.”
Çarpık gülüşü öylesine güzeldi ki kalbim duracak gibi oldu.
“Yarasaya mı dönüşeceksin?”
Daha önce hiç duymadığım kadar yüksek sesle kahkaha attı. “Bunu daha
öncede duymuştum.”
“Doğru sana sık sık sorduklarından eminim.”
“Haydi küçük korkak, sırtıma tırman.”
Şaka yapıp yapmadığını anlamaya çalıştım ama çok ciddi görünüyordu.
Yüzümdeki tereddüdü görünce gülümsedi ve bana uzandı. Kalbim hemen tepki
verdi; düşüncelerimi okuyamıyordu ama kalp atışlarım beni hemen ele
veriyordu. Beni sırtına almaya çalıştı, benim fazla çaba harcamama gerek
kalmadı. Sırtına yerleştiğimde kollarımla bacaklarımı vücuduna öyle
sıkı doladım ki normal bir insan olsa boğulurdu. Bir kayaya tutunuyordum
sanki.
“Sırt çantandan biraz daha ağırım.” diyerek uyardım onu.
“Hah!” diyerek burun kıvırdı. Gözlerini devirdiğini hissedebiliyordum.
Onu daha önce hiç bu kadar keyifli görmemiştim.
Birden elimi tuttu, avucumu yüzüne bastırdı ve derin bir nefes aldı.
Beni çok şaşırtmıştı.
“Artık benim için daha kolay,” diye mırıldandı.
Sonra koşmaya başladı.
Eğer onun yanında daha önce ölüm korkusu hissetsem bile, bu o anda
hissettiklerimin yanında hiç kalırdı.
Ormanın kalın örtüsünden bir mermi gibi hızla sıyrıldı, hayalet gibiydi.
Ayağını yere değdiğine ilişkin ne bir ses ne de bir kanıt vardı. Nefes
alıp verişi aynıydı; hiç efor sarf etmiyordu sanki. Ama birkaç santim
ötesinden geçtiğimiz ağaçlar bizim hızımızla sallanıyorlardı.
Ormanın serin havasından rahatsız olsam da korktuğum için yanan
gözlerimi kapatamıyordum. Başımı hareket halindeki bir uçağın canımdan
çıkarma aptallığına düşmüştüm sanki. Hayatımda ilk kez hızlı hareket
yüzünden başım dönüyordu.
Sonra bitti. Sabahleyin Edward’ın çayırına uğramak için saatlerce
yürümüştük ama şimdi birkaç dakika içinde kamyonetin yanına dönmüştük.
“Heyecan vericiydi değil mi?” dedi yüksek ve heyecanlı bir sesle.
Hareketsiz durdu ve sırtından inmemi bekledi. Denedim ama kaslarım
hiçbir tepki vermiyordu. Başım çok dönüyordu; kollarım ve bacaklarım ise
onun vücuduna kenetliydi hala.
“Bela,” dedi endişelenmişti.
“Sanırım biraz uzanmam gerek.” Dedim yutkunarak.
“Ah özür dilerim.” Beni bekliyordu ama ben hareket edemiyordum.
“Sanırım yardıma ihtiyacım var.” Dedim.
Hafifçe güldü ve boynunu saran ellerimi gevşetti. Demir gibi ellerinin
gücüne karşı koymak mümkün değildi. Sonra beni kendine doğru çekti ve
küçük bir çocuk gibi kollarına aldı. Bir süre öylece tuttu, ardından
çalıların üzerine yatırdı.
“Kendini nasıl hissediyorsun?” diye sordu.
Başım deli gibi dönerken kendimi nasıl hissettiğimde emin olamazdım.
“Sanırım biraz başım dönüyor.”
“Başını dizlerinin arasına koy.”
Denedim, biraz işe yaradı. Yavaş yavaş nefes alıp veriyor, başımı
olabildiğince hareketsiz tutmaya çalışıyordum. Yanıma oturduğunu
hissettim. Birkaç dakika geçince başımı kaldırabileceğimi fark ettim.
Kulaklarım uğulduyordu.
“Sanırım bu pek iyi bir fikir değildi,” dedi.
İyi görünmeye çalışıyordum ama sesim çok zayıf çıkıyordu. “Hayır, çok
ilginçti.”
“Hah! Hayalet gibi bembeyaz oldun. Hatta benim kadar beyazsın!”
“Sanırım gözlerimi kapatmalıydım.”
“Bir dahaki sefere bunu hatırlatsan iyi olur.”
“Bir dahaki sefere mi?” diye inledim.
Güldü, hala keyifliydi.
“Kendini beğenmiş!” dedim.
“Gözlerini aç dedi.” Yavaşça.
İşte tam karşımdaydı yüzü yüzüme çok yakındı… Güzelliği aklımı başımdan
aldı. Bu kadarı çok fazlaydı, kaldıramayacağım kadar fazla.
“koşarken düşünüyordum da…” dedi. Durdu.
“ağaçlara çarpmamayı düşünüyordun sanırım.”
“Komik Bela,” dedi gülerek. “Koşmak benim doğamda var, bunu düşünmeme
gerek yok ki.”
“Kendini beğenmiş!” dedim yine.
"Hayır" diyerek devam etti."Denemek istediğim bir şey var" Tekrar
yüzümü ellerinin arasına aldı.
Nefes alamıyordum.
Duraksadı,sıradan değil de daha insani bir şekilde.

Bir adamın bir kadını öpmeden önce onun tepkisini ölçerkenki duraksaması
gibi değildi.O anı uzatmak,o bekleme süresi,bazen öpücüğün kendisinden
bile daha güzeldir.


Edward kendini sınamak,bunun güvenli olduğundan ve hala kendine hakim
olup olmadığından emin olmak için bir an duraksadı.
Sonra o mermer soğukluğundaki dudaklarını yavaşça dudaklarıma bastırdı.
ikimizin de hazırlıklı olmadığı bi rşey vardı;benim vereceğim tepki.
Kanım tenimin altında kaynamaya,dudaklarımda yanmaya başladı.Soluk
soluğa kalmıştım.Parmaklarımla saçlarını tutup onu kendime
çekiyordum.onun baş döndürücü kokusunu içime çekerken dudaklarım
aralandı.

Anında onun dudaklarımın arasında cevap vermeyen bir taşa döndüğünü fark
ettim.Elleriyle nazikçe ama karşı konulamaz bir güçke beni kendinden
uzaklaştırdı.Gözlerimi açtım ve onun temkinli yüz ifadesini gördüm.


"Hopp" dedim nefes nefese.
"Bu çok yetersiz bir ifade."
Gözleriyle bana vahşice bakıyordu,çenesini kenetlemişti ama yine de
mükemmel görüntüsünden hiçbir şey kaybetmemişti.Yüzü benimkine sadece
birkaç santim uzaklıktaydu.Beni büyülüyordu.
"Acaba...?" dedim ondan uzaklaşmak için.
Elleri hareket etmemi engelliyordu.
"Hayır,bu dayanılabilir.Lütfen bir saniye bekle"Sesi kibar ve
kontrollüydü.
Gözlerindeki heyecan azalıp yumuşayana kadar gözlerimi gözlerinden
ayırmadım.
Sonra yaramaz bir çocuk gibi gülümsedi.
"İşte"dedi.Halinden memnun olduğu açıkça görülüyordu.
"Dayanabilir mi?" diye sordum.
Seslli bir şekilde güldü."Düşündüğümden daha güçlüyüm.Bunu bilmek
güzel."
"Keşke ben de kendim için aynısını söyleyebilseydim.Üzgünüm."
"Sonuçta sen sadece bir insansın"
"Çok teşekkür ederim."dedim sertçe.
Hızla,ayağa kalkmıştı.Beklenmedik bir şekilde bana elini
uzattı.Birbirimize dokunmama kuralına çok alışmıştım.Buz gibi elini
tuttum,yardıma düşündüğümden daha çok ihtiyacım vardı.Henüz dengemi
sağlayacak kadar iyi hissetmiyordum.
"Hala koşu yüzünden kendini kötü mü hissediyorsun?Yoksa bu benim
öpücüğümün marifeti mi?"Şimdi gülerken ne kadar da insani,o melek gibi
yüzü ne kadar da huzurlu ve neşeli görünüyordu.Benim tanıdığım
Edward'dan daha farklı biriydi.İyice sersemlemiştim.Ondan ayrılmak artık
bana fiziksel acı verecekti.

"Emin olamıyorum,hala başım dönüyor."diyerek cevap vermeyi
başarabildim."Sanırım her ikisi yüzünden böyle oldu"



"Belki de arabayı benim kullanmama izin vermelisin"


"Sen aklını mı kaçırdın?"diye ona karşı çıktım.
"Senin en iyi gününden bile daha iyi kullanabilirim."diyerek benimle
dalga geçti."Senin reflekslerin çok yavaş"
"Bunun doğru olduğuna eminim ama buna ne sinirlerimin nede kamyonetimin
dayanabileceğini sanmıyorum."
"Bana biraz güven Bella."
Elim cebimde,sıkıca anahtarı tutuyordum.Dudaklarımı kıvırdım ve gülerek
başımı salladım.
"Hayır olmaz.Hiç şansın yok."
Bana inanmayarak kaşlarını kaldırdı.
Onun yanında geçip sürücü tarafına doğru yürüdüm.Biraz sendelemeseydim
belki de geçmeme izin verecekti.
"Bella, şu ana kadar seni hayatta tutmak için çok emek harcadım.Daha
doğru düzgün yürüyemiyorken direksiyonun başına geçmene izin
veremem.Ayrıca arkadaşlar,arkadaşlarının sarhoşken araba kullanmasına
izin vermezler."dedi gülerek ve elini kaçamayacağım bir şekilde belime
doladı.Göğsünden gelen o dayanılmaz kokuyu alabiliyordum.
"Sarhoş mu?"diyerek itiraz ettim.

"Varlığımla kendinden geçtin" Yüzünde yine o çarpık gülümseme
belirmişti.


"Bu konuda seninle tartışamam."dedim iç geçirerek.bunun başka bir
açıklaması yoktu,ona hiçbir konuda dayanamıyordum.Anahtarı havaya
kaldırdım ve yere bıraktım,onu göz açıp kapayıncaya kadar
yakalamıştı."Yavaş ol benim kamyonetim yaşlı bir vatandaştır."
"Çok dokunaklı" dedi.
"Ve sen bundan hiç bahsetmiyorsun öyle mi?"diye sordum bezmiş bir
şekilde."Yani benim varlığımdan?"
Bir anda havası değişti,daha yumuşak daha sıcak bakmaya başladı.İlk önce
cevap vermedi,yüzünü yüzüme yaklaştırdı,dudaklarını çenemden
kulağıma,kulağımdan çeneme kadar dokundurdu.
"hiç şüphesiz" diye mırıldandı,"benim tepkilerim daha iyi."




Alıntıdır !
Admin
Admin
Kontes
Kontes

Mesaj Sayısı : 157
Reputation : 0
Kayıt tarihi : 11/07/10
Yaş : 28
Nerden : Yalova

https://twilightserisi-tr.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz