Twilight
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 6. Bölüm (Korkunç Hikayeler)

Aşağa gitmek

Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 6. Bölüm (Korkunç Hikayeler)  Empty Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 6. Bölüm (Korkunç Hikayeler)

Mesaj tarafından Admin Çarş. Tem. 14, 2010 6:24 pm

6.Korkunç Hikayeler

Odamda oturmuş, Macbeth’in üçüncü sahnesi üzerinde yoğunlaşmaya
çalışırken, aslında kulağım kamyonetimin sesindeydi. Bardaktan
boşalırcasına yağan yağmurun sesini bile kamyonetimin sesini duymama
engel olamayacağını sanıyordum. Ama perdeyi kaldırıp dışarı baktığımda
kamyonetim oradaydı
Cuma gününü iple çektiğim söylenemezdi. Gün beklediğimden de kötü geçti.
Tabii bu arada bir sürü yorum yapılmıştı. Özellikle Jessica bu konuda
konuşmaya meraklıydı. Neyse ki Mike çenesini tutmuş, Kimseye olaya
Edward’ın da dahil olduğunu söz etmemişti. Yine de Jessica öğle
yemeğinde bir sürü soru sordu.
‘’Edward Cullen dün seni neden aramış?’’ diye sordu Jessica trigonometri
dersinde
‘’Bilmem’’, diye geçiştirdim. ‘’Pek bir şey söylemedi.’’
‘’Sen sinirli görünüyordun,’’diye yem attı.
‘’Öyle mi?’’ İfadesiz bir yüzle bakmaya çalıştım.
‘’Ben onu daha önce ailesi dışında kimseyle otururken görmedim. Çok
garipti’’
‘’Evet,’’diye onayladım. Hoşnut olmamış gibiydi; Sabırsızca koyu renk
bukleleriyle oynamaya başladı. Herhalde başkalarına anlatacağı güzel bir
hikaye yaratmak için daha fazla şey duymak istiyordu.
Cuma gününün en kötü tarafı, Edward’ın gelmeyeceğini bildiğim halde bir
umudumun olmasıydı. Mike ve Jessica’yla birlikte kafeteryaya girdiğimde,
Rosali, Alice ve Jasper’ın kafa kafaya vermiş konuştukları masaya
bakmaktan kendimi alıkoyamadım. Edward’ı ne kadar zaman görebileceğimi
bilmiyordum. Bunu düşününce içimi bir korku kapladı.
Benim oturduğum masada herkes ertesi gün için plan yapıyordu. Mike’ın
neşesi yerindeydi; cumartesi günü havanın güneşli olacağını söyleyen
hava durumu sunucusuna yürekten inanıyordu. Bense gözlerimle göremediğim
sürece inanamazdım. Ama hava önceki güne göre daha sıcaktı gerçekten.
Belki gezi o kadar da kötü geçmezdi
Yemek sırasında Lauren’ın bana yönelik hiç de dostça olmayan birkaç
bakışını yakaladım; kafeteryadan hep birlikte çıkana kadar bunun
nedenini anlayamadım. Onun tam arkasındaydım; uzun, sarı saçlarının
sadece yarım metre gerisindeydim. Ama o bunun farkında değildi.
‘’… neden Bela artık sadece Culler’larla oturmuyordu, anlamıyorum,’’
diyordu. Adımı aşağılayarak söylemişti. Onun sesinin genizden geldiğini
ve bu kadar rahatsız edici olduğunu daha önce fark etmemiştim. Sesindeki
kötü niyet beni çok şaşırttı. Onu pek iyi tanımıyordum; en azından
benden hiç hoşlanmadığını bilecek kadar iyi tanımıyordum.
‘’O benim arkadaşım, bu yüzden bizimle oturuyor,’’ dedi. Mike; Sadık ve
biraz da korumacıydı. Jess ve Angela’nın yanımdan geçmesi için durdum.
Daha fazlasını duymak istemiyordum.
O gece yemekte Charlie, ertesi gün yapılacak La Push gezisi konusunda
çok heyecanlı görünüyordu. Hafta sonları beni evde yalnız bıraktığı için
kendini suçlu hissediyordu herhalde. Ama uzun zamandır sahip olduğu
alışkanlıklardan bir anda vazgeçmesini beklemek saçma olurdu. Elbette
geziye katılacak herkesin, onların anne babalarının, hatta belki
büyükanne ve büyükbabalarının isimlerini bile biliyordu. Bu yüzden
geziyi onaylıyordu. Edward ile Seattle’a gitme planlarımı da onaylar
mıydı acaba? Bunu ona söylemeyecektim elbette.
‘’Baba, Keçi kayalıkları diye bir yer biliyor musun? Sanırım Rainer
Dağı’nın güneyinde,’’ diye sordum elimden geldiğince normal bir ses
tonuyla.
‘’Evet. Neden sordun?’’
Omuz silktim. ‘’Bazı arkadaşlar orada kamp yapacaklarmış’’
‘’Orası kamp yapmak için pek uygun bir yer değil.’’Şaşırmış gibiydi.
‘’Çok ayı var. Pek çok insan oraya av sezonunda gider.’’
‘’Ya!’’ diye mırıldandım. ‘’Belki adını yanlış hatırlıyorumdur.’’
O sabah geç saate kadar uyumak istiyordum ama tuhaf bir ışık beni
uyandırdı. Gözlerimi açtığımda parlak sarı bir ışığın pencereden
süzüldüğünü gördüm. Buna inanamıyordum. Pencereye koştum. Güneş’ti bu!
Gökyüzünde yanlış bir yerde duruyordu, çok alçaktaydı, olması gerektiği
kadar yakın değildi ama bu kesinlikle Güneş’ti. Ufuktaki bulutların
arasında geniş bir mavilik vardı. Bu maviliğin kaybolmasından korkarak
pencerenin önünde uzun süre dikildim
Newton’ların Olympic Spor Kıyafetler Mağazası kasabanın kuzeyindeydi.
Daha önce mağazayı görmüştüm ama içeri girmemiştim hiç. Uzun süre
dışarıda kalan kişilerin ihtiyaç duyduğu giysilere ihtiyacım olmuyordu.
Park yerinde,Mike’ın Suburban’ını ve Tyler’ın Sentra’sını fark ettim.
Arabamı onların yanına park ederken Suburban’ın önünde duran bir grubu
görebiliyordum. Eric, Birlikte ders aldığım Ben ve Conner adlı
çocuklarla beraberdi. İsimlerinin Ben ve Conner olduğundan emin
değildim. Jess de angela ile birlikte orada dikiliyordu. Yanlarında üç
tane daha kız vardı, Cuma günü beden dersinde bu kızlardan birinin
üstüne düştüğümü hatırlıyordum. Ben kamyonetten inerken kız bana kötü
kötü baktı; sonra Lauren’a bir şey fısıldadı. Lauren mısır püskülü
saçlarını geriye atıp bana neredeyse nefret dolu bir bakış fırlattı.
Yine o günlerden biri olacaktı.
Hiç değilse Mike beni gördüğüne sevinmişti
‘’Geldin!’’ dedi, sevinçle. ‘’Bugün havanın güneşli olacağını
söylemiştim, değil mi?’’
‘’Ben de sana geleceğimi söylemiştim,’’ diye hatırlattım.
‘’Lee ve Samantha’yı bekliyoruz. Sen başka birini davet etmediysen
elbette,’’ diye ekledi Mike.
‘’Yok,’’ dedim kısaca, bu yalanımın açığa çıkmayacağını umuyordum. Ancak
bir yandan da bir mucize olmasını ve Edward’ın gelmesini diliyordum.
Mike memnun olmuş gibiydi.
‘’Benim arabamla gelir misin?’’ diye sordu. ‘’Ya da Lee’nin annesinin
minibüsüyle.’’
‘’Elbette.’’
Gülümsedi. Mike’ı mutlu etmek çok kolaydı.
‘’Önde oturabilirsin,’’dedi. Duyduğum sıkıntıyı belli etmemeye
çalışıyordum. Mike ve Jessica’yı aynı anda mutlu etmek kolay değildi.
Jessica’nın bize baktığını görebiliyordum.
Lee yanında iki kişi getirmişti. Bir anda bütün arabalar doldu.
Suburban’ın ön koltuğuna oturup Jess’i Mike’la aramıza aldım. Mike’ın
pek mutlu olduğu söylenemezdi ama en azından Jessica halinden memnundu.
La Push Forks’a yalnızca yirmi kilometre uzaklıktaydı;yolun kıyısındaki
ormanın içinden Quileute nehri geçiyordu.Cam kenarında oturduğum için
memnundum. Bütün camları açmıştık, Dokuz kişi birden binince,
Suburban’ın içi de haliyle biraz bunaltıcı olmuştu. Olabildiğince gün
ışığı almak istiyordum.
Charlie’yle Forks’ta geçirdiğim yaz tatilleri sırasında bir çok kez La
Push’a gelmiştim, bu yüzden bir mil uzunluğundaki, hilal biçimli First
Plajı’na aşinaydım. Soluk kesici bir güzelliği vardı. Suyun rengi gün
ışığında bile koyu griydi; beyaz dalgalar gri, kayalık kıyılara
çarpıyordu. Yalnızca suyun kenarında ince bir kum vardı, sonrasında
büyüklü küçüklü, rengarenk çakıl taşları uyanıyordu.
Dalgalarda serin, tuzlu bir rüzgar esiyordu. Pelikanlar dalgaların
üzerinde uçuşuyor, martılar ve yalnız bir kartal ise onların üzerinde
daireler çiziyordu. Gökyüzünde bulutlar her an işgale hazır bir halde
tetikteydiler hala. Ancak güneş şimdilik masmavi gökyüzünde cesaretle
boy gösteriyordu.
Kumsala doğru yürüdük. Mike bizi, daha önce bizimki gibi partiler için
kullanılmış olan, daire biçimindeki kütüklerin yanına götürdü. Dairenin
içinde ateş yakılmıştı; siyah küller vardı. Eric ve adının Ben olduğunu
tahmin ettiğim çocuk kuru dallar toplamaya başladılar ve bu dalları
soğumuş küllerin üstüne yığdılar.
‘’Daha önce hiç kamp ateşi gördün mü?’’diye sordu Mike. Kemik rengi
banklardan birine oturuyordum. Diğer kızlar iki yanıma toplanmış
heyecanla dedikodu yapıyorlardı. Mike ateşin yanına diz çöktü; küçük
dallardan birini çakmakla yaktı.
‘’Hayır,’’dedim Mike tutuşan dalı diğer dallara yaklaştırırken.
‘’O halde çok seveceksin, şu renklere bak.’’ Başka bir dal daha yakıp
diğerlerinin yanına koydu. Alevler kuru dalları çabucak tutuşturdu.
‘’Mavi,’’dedim şaşkınlıkla
‘’Tuz yüzünden. Çok güzel değil mi?’’Bir dal parçası daha yaktı,
alevlerin henüz sıçramadığı yere koydu ve yanıma oturdu. Neyse ki Jess
de Mike’ın diğer tarafına oturuyordu. Hemen onunla konuşmaya başladı.
Ben de mavi ve yeşil alevlerin gökyüzüne yükselişini izledim.
Yarım saat çene çaldıktan sonra oğlanlardan bazıları gelgitin
oluşturduğu göllere doğru yürümek istediler. Ben ikilemde kalmıştım. Bir
taraftan gelgit göllerini çok seviyordum, Çocukluğumdan beri beni çok
etkiliyorlardı. Forks’ta beni cezbeden birkaç şeyden biriydi bu. Ancak
öte yandan bu göllerden birkaçına düşmüşlüğüm vardı. Yedi yaşındayken
yada babanızla birlikteyken bunun pek bir önemi yoktu. Birden Edward’ın
ricasını hatırladım. ‘’Lütfen okyanusa falan düşme.’’
Benim yerime Lauren karar verdi. Yürüyüşe çıkmak istemiyordu, zaten
ayakkabıları da yürüyüşe elverişli değildi. Angela, essica ve diğer
kızlar da kumsalda kalmak istiyorlardı. ric ve Tyler’ın onların
kalacaklarını söylemelerini bekledim, ardından bende yürüyüş grubuna
katıldım. Beni görünce Mike mutlulukla gülümsedi.
Ormanlar yüzünden gökyüzünü yitirmekten nefret ediyordum ama neyse ki
yürüyüş uzun sürmedi. Ergenlerin kahkahalarıyla yaşlı ormanın yeşil
ışığı kesinlikle uyum için değildi. Yerdeki kütüklere, tepemdeki dallara
dikkat ederek yürüyordum; sonunda geride kaldım. Yavaş yavaş ormanın
zümrüt yeşili derinliklerinden çıkıp tekrar kayalıklı kıyıya geldim.
Denizde hafif bir gelgit vardı; gelgit nehri de hiçbir zaman tamamen
kurumayan küçük havuzcuklar vardı.
Bu küçük havuzlara düşmemek için çok dikkatli davranıyordum.
Diğerlerinin korkusu yoktu; kayaların üzerinden atlıyor, dikkatle
kenarlara tutunuyorlardı. Büyük havuzlardan birinin yanında sağlam bir
kaya buldum ve üzerine oturdum, aşağıda bulunan doğal akvaryum beni
büyülemişti. Parlak renkli dağ lalesi demetleri görünmeyen rüzgarın
eşliğinde hiç durmadan dalgalanıyordu. Deniz minareleri içlerindeki
küçük yengeçleri saklayarak telaşla kıyılara yanaşıyorlardı. Bir deniz
yıldızı kayalara hareketsiz yapışmıştı. Beyaz çizgileri olan siyah bir
suyılanı yeşil yosunların arasında sürünüyor, denizin yerinden
kabarmasını bekliyordu. Kendimi tamamen kaptırmıştım. Yalnızca beynimin
küçük bir bölümü Edward ile meşguldü; Onun ne yaptığını merak ediyor,o
anda benim yanımda olsaydı bana neler söyleyeceğini hayal ediyordum.
Sonunda oğlanlar acıktı; ben de onların peşinden gitmek için yerimden
kalktım. Bu kez ormanda ilerlerken onlara yetişmeye çalıştım ve doğal
olarak birkaç kez düştüm. Avuçlarım sıyrılmıştı; kot pantolonumun
dizleri de yemyeşil olmuştu ama daha kötüsü de olabilirdi.
First Plajı’na vardığımızda arkamızda bıraktığımız grubun
kalabalıklaştığını gördük. Yaklaştığımızda, yeni gelenlerin parlak, düz
siyah saçlarını ve bakır rengi tenlerini gördüm. Kızılderili bölgesinden
sosyalleşmek için gelen gençlerdi bunlar. Yemekler dağıtılmıştı. Eric
bizi gruptakilerle tanıştırırken, oğlanlar yemek alma telaşı içindeydi.
En son Angela ve ben vardık; Eric adımızı söylediğinde ateşe yakın
kayalıklarda oturan genç çocuğun ilgiyle bana yaklaştığını fark ettim.
Angelanın yanına oturdum. Mike bize sandviç ve istediğimizi seçmemiz
için değişik sodalar getirdi. Yeni gelenlerin en büyüğü gibi duran oğlan
kendisiyle birlikte yanındaki 7 kişinin adını söyledi. Aklımda sadece
Jessica adındaki bir kız kaldı. Benimle ilgilenen çocuğun adı Jacob idi.
Angela’yla oturmak beni rahatlatmıştı. İnsana huzur veren bir kızdı. Her
sessizliği gevezelikle doldurmaya kalkmıyordu. Yemek yerken rahatsız
edilmeden düşünmemi sağladı. Forks’ta zamanın ne kadar karmaşık aktığını
düşünüyordum, bazen diğer bulanık görüntülerin arasından sıyrılmış tek
bir imge kalıyordu aklımda. Bazen de her saniye aklıma kazınıyordu.
Bunun nedenini biliyordum ve beni rahatsız ediyordu.
Öğle yemeğini yerken bulutlar artmaya, mavi gökyüzünü kaplamaya başladı;
güneşin önünü kapatıp kumsalda uzun gölgeler oluşturuyor, dalgaların
rengini koyulaştırıyorlardı. İnsanlar bazen yemeklerini bitirdikten
sonra gruplar halinde yürümeye başladılar. Bazıları, sivri kayaların
üzerinden atlayıp, dalgaların vurduğu kıyıya ulaşmaya çalışıyordu.
Bazıları da gelgitin oluştuğu göllere son kez daha gitmeyi planlıyordu.
Jessica’nın yanından ayrılmadığı Mike, Köydeki tek dükkana gidiyordu.
Yerli çocuklardan bazıları bunlarla gitmişti, diğerleri yürüyüşe
çıkmıştı. Onlar faklı yönlere dağıldığından, bir kütüğün üzerine tek
başıma oturuyordum, Lauren ve Tyler birinin getirdiği CD çalarla
oyalanıyorlardı. Jacob adındaki çocuk, sözcü olan en büyük çocuk da
dahil olmak üzere yeni gelen gruptaki oğlanların üçüde etrafımıza
toplanmıştı.
Angela da gittikten birkaç dakika sonra, Jacob yanıma yaklaştı. On dört
belki on beş yaşında gösteriyordu, uzun parlak siyah saçlarını bir
lastikle ensesinde toplamıştı. Cildi çok güzeldi; kızıl,kahve renginde
ve ipek gibiydi. Koyu renk gözleri, çıkık elmacık kemiklerinin üzerinde
çukurda kalmıştı. Çenesi hala çocuksu bir yuvarlaklığa sahipti. Ancak
görüntüsü hakkındaki olumlu düşüncelerin, ağzından çıkan ilk sözcükle
yıkıldı
‘’Sen İsabella Swan’sın değil mi?’’
Okulun ilk günü geri dönmüştü sanki.
‘’Bella,’’ dedim içimi çekerek.
‘’Ben Jacob Black.’’ Sıcak bir tavırla elini bana uzattı. ‘’Babamın
kamyonetini almıştın.’’
‘’Ah,’’dedim onun yumuşacık elini sıkarken. ‘’Sen Billy’nin oğlusun.
Seni hatırlamam gerekirdi.’’
‘’Yo.Ben ailenin en küçüğüyüm, belki ablalarımı hatırlarsın.’’
‘’Rachel ve Rebecca,’’ diye anımsadım birden. Charlie ve Billy buraya
geldiğimizde, onlar balık tutarken oyalanalım diye bizi sık sık bir
araya getirirdi. Ancak biz arkadaş olamayacak kadar çekingendik. Elbette
ben huysuzluklarımla bu balık tutma gezilerinin yarıda kesilmesine
neden oluyordum.
‘’Onlar da geldi mi?’’ Belki onları tanıyabilirim düşüncesiyle okyanusun
kıyısındaki kızlara baktım.
‘’Hayır,’’ dedi Jacob. ‘’Rachel, Washington Eyalet Üniversitesi’nde burs
kazandı, Rebecca ise Samoalı bir sörfçüyle evlendi, Hawaii’de
yaşıyor.’’
‘’Evlendi mi? Ya!’’ Çok şaşırmıştım. İkizler benden sadece bir yaş
büyüktü.
‘’Kamyonetinden memnun musun?’’diye sordu.
‘’Çok memnumum, çok iyi çalışıyor.’’
‘’Evet ama çok yavaştır,’’ diye güldü. ‘’Charlie onu alınca çok
rahatladım. Bu kadar iyi çalışan bir arabamız olduğu için babam yeni
araba yapmama izin vermiyordu.’’
‘’O kadar da yavaş değil,’’ diye itiraz ettim.
‘’Altmışın üzerine çıkmayı denedin mi?’’
‘’Hayır,’’ diye itiraf ettim.
‘’İyi. Sakın deneme.’’Sırıttı.
Ben de dayanamayıp sırıttım. ‘’Çarpmalar sırasında çok güvenli,’’ dedim
kamyonetimi savunmak için.
‘’o ihtiyar canavarı tank bile ezemez,’’dedi yine gülerek.
‘’Sen araba mı yapıyorsun?’’diye sordum, bundan etkilenmiştim.
‘’Boş zamanım olduğunda ve parça bulabildiğimde. 1986 Volkswagen Rabbit
silindirini nereden bulabilirim, biliyor musun?’’ diye sordu şaka
yaparak. Güzel, boğak bir sesi vardı.
‘’Üzgünüm,’’dedim gülerek. ‘’Uzun süredir görmedim ama görürsem sana
haber veririm,’’diye ekledim, ne olduğunu biliyormuşum gibi. Çok rahat
sohbet edilen biriydi.
Yüzünde pırıl pırıl bir gülümseme belirdi, bana takdirle baktığının
farkındaydım. Üstelik bunu fark eden bir tek ben değildim.
‘’Jacob, Bella’yı tanıyor musun?’’ diye sordu Lauren ateşin karşısından.
Sesinde küstahlık vardı.
‘’Ben doğduğundan beri tanışıyoruz denilebilir,’’diye karşılık verdi
bana gülümseyerek.
‘’Ne güzel.’’Hiç de güzel olduğunu düşünür gibi bir hali yoktu
Lauren’ın. Balık gibi, donuk gözlerini kısmıştı.
‘’Bella,’’ diye seslendi yine yüzümü dikkatli inceleyerek.
‘’Ben de tam Tyler’a bu gün Cullen’ların gelmemesinin ne kadar kötü
olduğunu söylüyordum. Kimse onları çağırmadı mı?’’ Bunun onun umurunda
olmadığından emindim.
Doktor Carlisle Cullen’ın ailesinden mi bahsediyorsun?’’ diye sordu uzun
boylu büyük oğlan benim cevap vermeme fırsat bırakmadan. Lauren bundan
rahatsız olmuştu. Genç bir çocuktan çok bir adama benziyordu ve ağır gür
bir sesi vardı.
‘’Evet, onları tanıyor musun?’’ diye sordu küçümseyerek.
‘’Cullen’lar buraya gelmezler,’’ dedi oğlan, Lauren’ın sorusunu
duymazdan gelerek. Bunu öyle kesin bir tavırla söyledi ki konu kapandı.
Tyler, Lauren’ın ilgisini çekmeye çalışarak ona elindeki CD hakkında ne
düşündüğünü sordu. Ancak Lauren’ın kafası dağılmıştı bir kere.
Merakla gür sesli çocuğa baktım, ama o, arkamızdaki karanlık ormana
bakıyordu. Cullen’ların buraya gelmediğini söylemişti ama bunun altında
başka şeylerin olduğu belliydi; sanki onların buraya gelmesi yasaktı.
Çocuğun tavrı üzerimde garip bir etki yaratmıştı; onun söylediklerini
kafamdan atmaya çalıştım ama başarılı olamadım.
‘’Forks seni delirtmedi değil mi henüz?’’ dedi Jacob düşüncelerimi
bölerek.
‘’Bu sözler durumumu anlatmaya yetmez,’’ dedim omuz silkerek. Beni
anladığını göstermek istercesine gülümsedi. Benim aklım hala
Cullen’larla ilgili sözlerdeydi; birden aklıma bir fikir geldi. Aslında
aptalca bir plandı ama daha iyi bir fikrim yoktu. İçimden genç Jacob’un
kızlar konusunda deneyimsiz olmasını ve benim bu acıklı flört
çabalarımın asıl nedenini anlamamasını diledim.
‘’Benimle kumsalda yürümek ister misin?’’ diye sordum.
Edward gibi kirpiklerimin altından bakmaya çalışarak. Bu bakışımın aynı
etkiyi yaratmadığından emindim ama hiç değilse Jacob’un hevesle yerinden
kalkmasını sağladı.
Renkli taşlara basarak dalgakırana doğru yürürken bulutlar gökyüzünü
nerdeyse tamamen kaplamıştı, deniz kararmış, hava soğumuştu. Ellerimi
ceplerime soktum.
‘’Kaç yaşındasın? On altı mı?’’ diye sordum televizyondaki kızlar gibi
gözlerimi kırpıştırarak. Aptal görünmediğimi umuyordu.
‘’On beşime yeni bastım,’’dedi gururla
‘’Ciddi misin?’’ Yüzümde yapmacık bir şaşkınlık ifadesi vardı. ‘’Ben
daha büyük olduğunu sanmıştım.’’
‘’Yaşıma göre uzunum,’’diye açıkladı.
‘’Forks’a sık sık gelir misin?’’ diye sordum, evet yanıtını almayı
umarak. Salak gibi konuşuyordum. Bana tiksintiyle bakmasından ve beni
sahtekarlıkla suçlamasından korkuyordum.
Ancak o kendisiyle konuşmamdan memnundu.
‘’Pek sık gelmiyorum,’’ dedi suratını asarak. ‘’Ama arabam bitince
dilediğim gibi gelebileceğim. Tabii sürücü belgemi de alınca.’’
‘’Lauren’ın konuştuğu çocuk kim? Bizimle takılmak için fazla büyük
görünüyorda…’’ Kendimi gençlerle bir tutmuştum; Jacob’un onu tercih
ettiğimden emin olmasını istiyordum.
‘’Sam, on dokuz yaşında,’’ diye bilgi verdi bana.
‘’Doktorun ailesi konusunda ne diyordu?’’ diye sordum masum bir tavırla.
‘’Cullen’lar mı? Onların buraya gelmesi yasak,’’ dedi. James Adası’na
doğru baktı. Sam’in sesinde duyduğumu düşündüğüm şey doğru demek.
‘’Neden yasak?’’
Dudaklarını ısırarak bana baktı. ‘’Bununla ilgili hiçbir şey
söylememeliyim.’’
‘’Lütfen, kimseye söylemem,ama çok merak ettim.’’ Olabildiğince çekici
bir tavırla gülümsemeye çalıştım. Fazla yapmacık olmadığımı umuyordum.
Gülümseyerek karşılık verdi. Tek kaşını kaldırdı. ‘’Korku hikayelerini
sever misin?’’ diye sordu. Sesi şimdi daha boğuktu.
‘’Bayılırım,’’ dedim heyecanla, onun anlatmaya devam etmesini sağlamaya
çalışarak.
Jacob ağır ağır yürüyüp bir kütüğe oturdu. Ben de onun yanındaki kütüğe
oturdum. Aşağıdaki kayalara baktı, yüzünde çarpık bir gülümsemesi vardı.
Hikayeyi en iyi şekilde anlatmaya çalışacaktı. Onu dikkatle dinlemeye
hazırdım.
‘’Geldiğimiz yer konusundaki en eski hikayeleri bilir misin? Örneğin
Quileute’ler?’’
‘’Hayır,’’ dedim
‘’Bir sürü efsane vardır, bazılarının Taşkın’a kadar uzandığı söylenir.
Eski zamanlarda Quileute’ler, Nuh’un gemisindeki gibi kurtulmak için
kanolarını dağların en yüksek ağaç teperine bağlarmış,’’ dedi
gülümseyerek. ‘’Bir başka efsane, bizim kurtlardan geldiğimizi ve
onların hala kardeşlerimiz olduğunu söyler. Onları öldürmek kabile
yasalarına aykırıdır
‘’Bir de soğuklarla ilgili hikayeler vardır.’’ Sesini alçaltmıştı
‘’Soğuklar mı ?’’ diye sordum, bu kez gerçekten şaşırmıştım
‘’Evet. Soğuklarla ilgili hikayeler, kurtlarla ilgili efsaneler kadar
eskidir, hatta daha eski onlarlar da vardı. Efsaneye göre, benim
büyükbabam bazılarını tanırmış. Onların topraklarımızdan uzak tutmak
için bir anlaşma hazırlayan oymuş’’ Gözlerini devirdi.
‘’Senin büyük büyükbaban mı?’’
‘’Kabilenin ileri gelenlerindenmiş, babam da öyle. Soğuklar, kurtların
baş düşmanlarıdır; daha doğrusu insana dönüşen kurtların. Onlara kurt
adamlar da denir.’’
‘’Kurt adamların da düşmanı var mıymış?’’
‘’Yalnızca bir tane’’
Sabırsızlığımı hayranlık gibi göstermeye çalışarak ona bakıyordum.
‘’Gördüğün gibi, soğuklar geleneksel olarak düşmanımız sayılır. Ama
büyük büyük babamın zamanında bölgemize gelen grup farklıydı. Kendi
türlerinin avlandığı gibi avlanmadılar, kabileye zarar vermemeleri
gerekiyordu. Bu nedenle büyük babam onlarla anlaşma yaptı.
Topraklarımızdan uzak dururlarsa biz de onları Kızılderililere
vermeyecektik.’’ Göz kırptı.
‘’Tehlikeli değillerse neden…?’’ Jacob’a hayalet hikayesinin ne kadar
ilgimi çektiğini belli etmemeye çalışarak anlamaya çalışıyordum.
‘’Bu klan gibi uygar olsalar bile, soğukların yanında oldukları sürece
insanlar için bir risk vardır. Onların ne zaman dayanamayacak kadar
acıkacaklarını bilemezsin.’’ Tehdit dolu bir sesle konuşmaya çalışmıştı.
‘’Uygar derken neyi kastediyorsun?’’
‘’İnsanları avlamadıklarını iddia ediyorlar. Hayvanları
avlayabiliyorlarmış.’’
‘’Peki bunun Cullen’larla ne ilgisi var? Büyük büyükbabanın tanıdığı
soğuklara mı benziyorlar?’’
‘’Hayır.’’ Jacob bir an durdu. ‘’Ta kendileri.’’
Yüzümdeki ifadenin, hikayenin yarattığı korkudan kaynaklandığını düşündü
sanırım. Memnun bir şekilde gülümsedi ve hikayeye devam etti.
‘’Şimdi onlardan daha çok var; yeni bir dişi ve yeni erkek; ancak geri
kalanları aynı. Büyük büyükbabam zamanın da liderlerinin Carlisle
olduğunu biliyorlarmış. Sizin insanlarınız buraya gelmeden çok önce o
gitmiş.’’ Gülümsemesini bastırmaya çalışıyordu
‘’Peki onlar ne?’’ diye sordum sonunda. ‘’Soğuklar ne?’’
Gizemli bir ifadeyle gülümsedi.
‘’Kan içiciler,’’ dedi korkunç bir sesle. ‘’Siz onlara vampirler
diyorsunuz.’’
Onun bu cevabından sonra azgın dalgaları izlemeye başladım. Yüzümde
nasıl bir ifade olduğunu bilmiyordum
‘’Tüylerin diken diken oldu,’’ dedi memnuniyetle.
‘’İyi bir anlatıcısın,’’ diye iltifat ettim ona. Hala dalgaları
seyrediyordum.
‘’Kulağa inanılmaz geliyor, değil mi? Babamın bizim bu konulardan söz
etmemizi istememesine şaşmamak gerek’’
Yüzümdeki ifadeyi toparlayamadığım için hala onun yüzüne bakamıyordum.
‘’Merak etme, seni ispiyonlamam.’’
‘’Sanırım az önce anlaşmayı bozdum.’’ Güldü.
‘’Bu sırrı mezara kadar saklayacağım,’’ diye söz verdim ve birden
ürperdim.
‘’Ben ciddiyim. Charlie’ ye bir şey söyleme. Doktor Cullen hastanede
çalışmaya başladığından beri oraya gitmediğimiz için babama çok kızmıştı
zaten.’’
‘’Söylemem.’’
‘’Bizim batıl inançları olan yerliler filan mı olduğumuzu
düşünüyorsun?’’ diye sordu neşeli bir sesle, ama endişeli gibiydi.
Gözlerimi hala okyanustan ayıramamıştım.
Ona döndüm ve olabildiğince doğal bir şekilde gülümsedim
‘’Hayır. Ben sadece korku hikayeleri anlatmak konusunda başarılı
olduğunu düşünüyorum. Bak, tüylerim diken diken hala.’’ Kolumu gösterdim
‘’Harika,’’ Gülümsedi
O sırada, birbirine sürtünen taş seslerinden birinin bize yaklaştığını
anladık. Başımızı kaldırdığımızda, Mike ve Jessica’nın bize doğru
geldiğini gördük.
‘’Demek buradasın Bella.’’ Mike rahatlamış gibiydi.
‘’Erkek arkadaşın mı?’’ diye sordu Jacob, Mike’ın sesindeki kıskançlığı
fark etmişti. Mike’ın bunu bu kadar belli etmesine ben de şaşırmışyım.
‘’Hayır, kesinlikle hayır,’’ diye fısıldadım. Jacob’a minnettardım ve
onu mutlu etmeyi çok istiyordum. Mike’a belli etmeden ona göz kırptım.
Benim zoraki flört çabam onu sevindirmişti.
‘’Sürücü belgemi aldığımda…’’ dedi
‘’Forks’a beni görmeye gel mutlaka. Biraz dolaşırız.’’ Bunu söylediğim
anda, onu kullandığımı bildiğim için kendimi suçlu hissettim. Ama
Jacob’dan gerçekten hoşlanmıştım. Onunla rahatça arkadaşlık edebilirdim.
Mike yanımıza gelmişti; Jessica da onun biraz arkasındaydı. Jacon’u
süzüyordu; onun benden daha küçük olduğunu anladığında rahatlamış
göründü.
‘’Nerelerdeydin?’’ diye sordu, cevap gözlerinin önünde olduğu halde.
‘’Jacob bana yerel hikayeler anlatıyordu,’’ diye cevap verdim. ‘’Çok
ilginçti.’’
Mike bizim yakınlığımızı görünce bir kez daha bu durumu değerlendirdi.
‘’Toparlanıyoruz, birazdan yağmur başlayacak.’’
Başımızı kaldırıp gökyüzüne baktık; bulutlar vardı, gerçekten yağmur
yağacaktı.
‘’Tamam,’’ dedim ayağa kalkarak ‘’Geliyorum.’’
‘’Seni yeniden görmek güzeldi,’’ dedi Jacob, Mike’ı kızdırmaya çalışır
gibi.
‘’Bence de. Bundan sonra Charlie Billy’yi görmeye gelirken ben de
onunla geleceğim’’ dedim
Gülümsemesi yüzüne yayıldı. ‘’Harika olur.’’
‘’Ve, Teşekkürler,’’ dedim içtenlikle.
Arabaya doğru yürürken kapüşonumu giydim. Yağmur düştüğü kayaların
üzerinde siyah lekeler bırakmaya başlamıştıı. Suburban’a vardığımda,
diğerlerinin her şeyini arabaya yüklediğini gördüm. Arka koltuğu, Angela
ve Tyler’ın yanına oturdum. Böylece gelirken ön koltuğa oturmanın da
tesadüf olduğunu göstermiş oluyordum. Angela camdan dışarı bakıyordu.
Lauren ise orta koltukta Tyler’ın ilgisini çekmek için konuşup
duruyordu. Başımı koltuğa yasladım; gözlerimi kapattım ve hiçbir şey
düşünmemeye çalıştım




Alıntıdır !
Admin
Admin
Kontes
Kontes

Mesaj Sayısı : 157
Reputation : 0
Kayıt tarihi : 11/07/10
Yaş : 28
Nerden : Yalova

https://twilightserisi-tr.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz