Twilight
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 20 (UZLAŞMA)

Aşağa gitmek

Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 20 (UZLAŞMA) Empty Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 20 (UZLAŞMA)

Mesaj tarafından AshRob Çarş. Tem. 14, 2010 6:27 pm

Her şey hazırdı.
“Alice”le iki günlük yolculuğum için toplanmıştım ve çantam kamyonetimin yolcu koltuğunda
beni bekliyordu. Konser biletlerini Angela, Ben ve Mike’a vermiştim. Mike Angela’yı alacaktı
ki bu da tam da umduğum gibiydi.
Billy, Yaşlı Quil Ateara’nın teknesini ödünç almış ve öğleden sonraki oyunlar başlamadan
önce, açık denizde balık avlamak üzere Charlie’yi davet etmişti. Colin ve Brady en genç iki
kurt adamdı ve henüz birer çocuk olmalarına, yalnızca on üç yaşlarındaydılar, La Push’u
korumak üzere geride kalmışlardı. Yine de, Charlie Forks’ta kalan herhangi birindan daha
güvende olacaktı.
Yapabileceğim her şeyi yapmıştım. Bunu kabul edip, kontrolüm dışındaki şeyleri kafamdan
atmaya çalıştım – bu gecelik en azından. Öyle ya da böyle, her şey kırk sekiz saat içinde sona
erecekti. Düşüncesi rahatlatıcıydı.
Edward gevşememi istemişti ve ben de elimden geleni yapacaktım.
“Bu gece için, sadece sen ve benim dışımdaki her şeyi unutabilir miyiz?” diye yalvardı
gözlerinin gücünün tamamını üstüme salarak. “Bu şekilde hiç zamanım olmuyormuş gibi
görünüyor. Seninle olmaya ihtiyacım var. Sadece seninle.”
Katılması güç bir istek değildi, korkularımı unutmanın zor olduğunu bilmeme rağmen. Şimdi
kafamda başka meseleler vardı, bu gece yalnız kalacağımızı bilmek gibi, ve bu da unutmama
yardımcı olabilirdi.
Değişen bir şeyler vardı.
Örneğin, hazırdım.
Ailesine ve dünyasına katılmaya hazırdım. Hissetiğim korku, suçluluk ve keder bana bu
kadarını öğretmişti. Bunun üzerinde yoğunlaşmak için bir şansım vardı – bulutların arasındaki
ayı seyredip bir kurt adama yaslanırken – ve bir daha paniklemeyeceğimi biliyordum. Bir daha
başımıza bir şey geldiğinde, hazır olacaktım. Yük değil, yardımcı olacaktım. Bir daha asla
benimle ailesi arasında bir seçim yapmak zorunda kalmayacaktı. Ortak olacaktık, Alice ve
Jasper gibi. Bir dahaki sefer, payıma düşeni yapacaktım.
Ölüm tehlikesinin tamamen ortadan kalkmış olmasını isterdim, böylece Edward tatmin olurdu.
Ama buna gerek yoktu. Hazırdım.
Sadece tek bir eksik parça vardı.
Tek parça, çünkü değişmeyen şeyler vardı ve onu umutsuzca sevdiğim gerçeği buna dahildi.
Jasper ve Emmett’in girdiği bahsin sonuçlarını düşünmek için fazlasıyla vaktim olmuştu –
insanlığımla birlikte kaybetmeye razı olduğum ve razı olmadığım şeyleri düşünmek için.
İnsanlıktan çıkmadan önce hangi insan tecrübesini yaşamak için ısrar edeceğimi biliyordum.
Bu yüzden, bu gece çözmemiz gerekenler vardı. Geçtiğimiz iki yıl içerisinde gördüklerimden
sonra, imkansız sözcüğüne artık inanmıyordum. Beni durdurmak için bundan daha fazlası
gerekecekti.
Tamam, şey, dürüst olmaz gerekirse, muhtemelen bundan daha karmaşık olacaktı. Ama
deneyecektim.
Ne kadar kararlı olsam da, evine giden uzun yolda arabayı sürerken hala gergin hissetmeme
şaşırmamıştım – yapmaya çalıştığım şeyi nasıl yapacağımı bilmiyordum. Bu da beni aşırı sinirli
yapıyordu. Yolcu koltuğunda oturuyordu, benim düşük hızda araba sürüşüme gülmemeye
çalışıyordu. Direksiyona geçmek için ısrar etmemesine çok şaşırmıştım ama bu gece benim
hızımda gitmekten memnun görünüyordu.
Eve vardığımızda karanlık olmuştu. Buna rağmen çayır, evin her penceresinden parlayan ışıkla
aydınlanmıştı.
Motoru kapatır kapatmaz, kapımın yanında belirdi ve onu benim için açtı. Bir koluyla beni
kaldırdı, diğer koluyla da çantamı bagajdan alıp omzunun üstüne attı. Arkamdan kamyonetin
kapısını bir tekmeyle kapattığında, dudakları benimkileri bulmuştu.
Öpüşmeye ara vermeden, kollarından kurtulmamam için beni kucakladı ve eve kadar taşıdı.
Ön kapı açık mıydı? Bilmiyordum. İçerdeydik ama ve başım dönüyordu. Nefes almayı kendime
hatırlatmam gerekiyordu.
Bu öpüşme beni korkutmamıştı. Kontrolünden çıkan, korku ve paniği hissedebildiğim o önceki
zamanlar gibi değildi. Dudakları tedirgin değil, istekliydi artık – bu geceyi birlikte olmaya
yoğunlaşmak üzere ayırdığımız için en az benim kadar heyecanlı görünüyordu. Beni birkaç kez
daha öptü. Girişte dikilirken, normalden daha az ihtiyatlı görünüyordu. Dudakları soğuk ve
ısrarcıydı.
Tedbirli bir şekilde iyimser hissetmeye başladım. Belki de istediğimi almak, beklediğim kadar
da zor olmayacaktı.
Hayır, tabii ki aynen o kadar zor olacaktı.
Hafif bir kıkırdamayla, beni kendinden uzaklaştırarak aramıza bir kol uzunluğunda mesafe
koydu.
“Eve hoşgeldin” dedi, gözleri parlak ve sıcaktı.
“Kulağa hoş geliyor” dedim, nefesim kesilmişti.
Beni nazikçe yere indirdi. İki kolumu da çevresine sarmıştım, aramızda olabilecek en ufak bir
boşluğa bile izin vermeyi reddediyordum.
“Sana bir şey vereceğim” dedi sohbet edercesine.
“Aa?”
“Elden düşmen, hatırladın mı? İzin verilebilir olduğunu söylemiştin.”
“Ah, doğru. Sanırım öyle demiştim.”
İsteksizliğime güldü.
“Yukarda odamda. Gidip getireyim mi?”
Odasında? “Tabii,” Parmaklarımı onunkilere sararken sinsice hissederek onu onayladım.
“Hadi gidelim.”
Benim hediyemi – olmayan hediyemi vermek için fazla istekli olmalıydı ki, insan hızı onun için
yeterince hızlı değildi. Beni tekrar kucakladı ve odasına kadar neredeyse uçarak götürdü.
Kapıda beni yere indirdi ve dolabına doğru fırladı.
Bir adım atamadan tekrar geri dönmüştü ama ben onu görmezden gelip geniş altın renkli
yatağa doğru gittim, kenarına oturdum ve sonra ortasına doğru kaydım. Bir top gibi kıvrıldım
ve kollarımı dizlerimin etrafına sardım.
“Tamam,” diye mızmızlandım. Artık olmayı istediğim yerde olduğumdan biraz tereddütü hak
ediyordum.
Edward güldü.
Yanıma oturmak için yatağa tırmandı ve kalbim hızlı bir şekilde atmaya başladı. Umarım bu
tepkimimin birazını bana hediye verdiği için vereceğim tepkiye sayar diye düşündüm.
“Bir elden düşme” diye hatırlattı yavaşça. Bileklerimi bacaklarımdan çekti, ve bir anlığına
gümüş bileziğe dokundu. Sonra kolumu bıraktı.
Dikkatli bir şekilde inceledim. Zincirdeki kurdun tam karşısında, harikulade bir kalp şeklinde
kristal asılıydı. Taşın kesilmiş milyonlarca yüzeyi vardı, bu nedenle de lambadan gelen çok az
ışıkta bile parıldıyordu. Nefesim kesildi.
“Annemindi.” Dedi, onaylamaz bir şekilde omuz silkti. “Böyle birkaç süs eşyası daha miras
kaldı. Bazılarını Esme’yle Alice’e verdim. Bu nedenle, açıkçası çok da önemli değil.”
İkna etme çabasına gülümsedim.
“Ama bence iyi bir sembol.” diye devam ettim. “Katı ve soğuk.” diye güldü. “Ve güneşli
havada gök kuşağı çıkartıyor.”
“Ama en önemli benzerliği unuttun,” diye mırıldandım. “Çok güzel.”
“Kalbim de onun kadar sessiz.” Dedi düşünceli bir şekilde. “Ve o da senin.”
Bileğimi oynattım böylece kalp parıldadı. “Teşekkür ederim. Her ikisi için de.”
“Hayır, ben sana teşekkür ederim. Hediyeyi bu kadar kolay kabul etmen içimi rahatlattı. Senin
için de iyi bir alıştırma.” Dişlerini göstererek sırıttı.
Ona yaslandım, kafamı kollarının altına sakladım ve ona sokuldum. Michelangelo’nun Davut
heykeline sarılmışım gibi hissettirmişti ama bu muhteşem mermer yaratık kollarını etrafıma
dolayıp beni yanına çekmişti.
Başlamak için iyi bir zaman gibi göründü.
“Bir şey tartışabilir miyiz? Açık fikirli olarak başlayabilirsen müteşekkir olurum.”
Bir dakikalığına tereddüt etti. “Elimden geleni yapacağım.” diye onayladı, daha dikkatliydi
şimdi.
“Herhangi bir kuralı ihlal etmiyorum” diye söz verdim. “Bu kesinlikle seninle benim
hakkımda.” Boğazımı temizledim. “Şey.. Geçen gece nasıl da iyi uzlaşabildiğimizden
etkilendim. Düşünüyordum da acaba aynı prensibi farklı bir duruma uygulayabilir miyiz.”
Neden böyle resmi olduğumu merak ettim. Gergin olmamdan dolayı olmalıydı.
“Ne konuda uzlaşmak istiyordun?” diye sordu, sesinde neşe vardı.
Konuyu açmak için doğru kelimeleri bulmak için çabaladım.
“Kalbinin atışına da bak.” diye mırıldandı. ““Bir sinek kuşunun kanatlarıymışçasına çarpıyor.
İyi misin?”
“Harikayım.”
“Lütfen devam et, o zaman.” diye cesaret verdi.
“Şey, sanırım, ilk önce seninle şu gülünç evlilik şartı şeyini tartışmak istiyordum.”
“Sadece senin için gülünç. Ne olmuş ona?”
“Merak ediyordum da... o konu tartışmaya açık mı?”
Edward kaşlarını çattı, ciddiydi artık. “Şimdiye kadar verilmiş en büyük tavizlerden birini
verdim – senin yaşamını benimkinin önüne koymayı kabul ettim. Ve bu bana senin tarafından
yapılacak birkaç fedakarlığı hak ettirmeli.”
“Hayır.” Kafamı salladım, kendime hakim olmaya çalışıyordum. “O kısımda anlaştık. Şu anda
benim... yeniliklerimi tartışmıyoruz. Sadece birkaç detaya şekil vermek istiyorum.”
Şüpheli biçimde baktı. “Hangi detaylardan bahsediyorsun tam olarak?”
Tereddüt ettim. “Önce senin önşartlarına açıklık getirelim.”
“Ne istediğimi biliyorsun.”
“Evlilik.” Ayıp bir kelimeymiş gibi söyledim.
“Evet.”Geniş bir gülümseme yüzüne yayıldı. “Başlangıç olarak.”
Yaşadığım şok, özenle kendine hakim olmuş ifademi bozdu. “Dahası mı var?”
“Şey,” dedi yüzünden hesap yapıyormuş gibi görünüyordu. “Eğer karımsan, o zaman benim
malım senin malın olacak ... okul parası gibi. O yüzden Dartmouth ile ilgili herhangi bir
problem olmayacak.”
“Başka? Hazır absürd olmaya başlamışken?”
“Biraz zamana hayır demezdim.”
“Hayır. Zaman yok. Anlaşmamızı bozar o.”
Uzunca bir iç geçirdi. “Sadece bir ya da iki yıl?”
Kafamı salladım, dudaklarımı inatçı bir şekilde büzdüm. “Diğerine geçelim.”
“O kadar. tabii arabalardan bahsetmek istemiyorsan...”
Ben yüzümü buruşturunca sırıttı, sonra da elimi tutup parmaklarımla oynamaya başladı.
“Bir canavara dönüşmekten başka bir istediğin olduğunu fark etmemiştim. Aşırı derecede
merak ediyorum.” Sesi alçak ve yumuşaktı. Eğer onu tanımasaydım, sesindeki o küçük
soğukluğu fark etmek zor olurdu.
Ellerimin üzerindeki ellerine bakarak durakladım. Hala nasıl başlayacağımı bilemiyordum.
Gözlerinin beni izlediğini hissettim ve başımı kaldırıp bakmaya korktum. Kan yüzümü yakmaya
başlamıştı.
Serin parmakları yanağımı okşadı. “Kızarıyor musun?” diye sordu şaşırmış halde. Gözlerimi
aşağıda tuttum. “Lütfen, Bella, söyleyeceklerini geciktirmen acı veriyor.”
Dudaklarımı ısırdım.
“Bella.” Ses tonu sitem doluydu ve bana düşüncelerimi kendime sakladığımda onun için nasıl
zor olduğunu hatırlatıyordu.
“Şey, ben biraz endişeliyim... sonrası için.” Diye itiraf ettim, sonunda ona bakanilmiştim.
Bedeninin gerildiğini hissettim, ama sesi nazik ve kadifemsiydi. “Seni endişelendiren ne?”
“Hepinizin öylesine emin olduğu bir şey var ki o da sonrasında tek yapmak isteyeceğim şeyin
kentte kıyım yapmak olacağı.” Diye itiraf ettim, seçtiğim kelimeler yüzünden yüzünü
buruşturmuştu. “Ve tüm o kargaşayla çok meşgul olacağımdan ondan sonra bir daha kendim
olamayacağımdan.... ve bir daha seni... bir daha seni şimdi istediğim şekilde istemeyeceğimden
korkuyorum.”
“Bella, o kısım sonsuza dek sürmüyor,” diye bana güvence verdi.
Söylemek istediğimi anlamamıştı.
“Edward,” dedim gergin bir şekilde, bileğimdeki bir noktaya gözlerimi dikerek. “İnsanlıktan
çıkmadan önce yapmak istediğim bir şey var.”
Devam etmemi bekledi. Etmedim. Yüzüm yanıyordu.
“Sen ne istersen.” diye cesaret verdi, endişeli ama ne demek istediğimi hala anlamamış bir
şekilde.
“Söz verir misin?” diye mırıldandım. Kendi sözleriyle onu köşeye sıkıştırma girişiminin bir işe
yaramayacağını biliyordum ama karşı koyamamıştım.
“Evet,” dedi. Başımı kaldırıp gözlerine baktım, ciddi ve şaşkındı. “Ne istediğini söyle ve senin
olsun.”
Ne kadar beceriksiz ve salak hissettiğime inanamıyordum. Çok fazla masumdum – ki bu da,
tabii ki, tartışmanın merkeziydi. Nasıl baştan çıkarıcı olunacağına dair en ufak bir fikrim yoktu.
Hevesli ve utangaç olmakla idare etmek zorundaydım.
“Seni.” diye mırıldandım neredeyse tutarsızca.
“Ben seninim.” Gülümsedi, hala habersizdi, ben bakışlarımı kaçırırken gözlerime bakmaya
çalışıyordu.
Derin bir nefes aldım ve öne doğru hareket edip yatakta dizlerimin üzerinde durdum. Sonra
kollarımı boynuna doladım ve onu öptüm.
O da beni öptü, şaşkın ama istekliydi. Dudaklarıma değen dudakları nazikti, ve kafasının başka
yerde olduğunu anlayabiliyordum – aklımda ne var onu anlamaya çalışıyordu. Bir ipucuya
ihtiyacı olduğuna karar verdim.
Kollarımı boynundan geri çekerkenellerim titriyordu. Parmaklarım boynundan gömleğinin
yakasına kaydı. Beni durduramadan düğmeleri çözmeye çalışırken titreme pek de yardımcı
olmadı.
Dudakları dondu, ve neredeyse sözlerimin ve hareketlerimin anlamını çözdüğüne dair
kafasındaki o klik sesini duyabiliyordum.
Hemen beni itti, yüzünde fazlasıyla onaylamaz bir ifade belirmişti.
“Mantıklı ol, Bella.”
“Söz verdin – ne istersem.” Ümitle ona hatırlattım.
“Bunu tartışmayacağız.” Açmayı becerebildiğim iki düğmeyi hızla iliklerken bana dik dik baktı.
Dişlerimi sıkmıştım.
“Ben tartışacağız diyorum.” diye hırladım. Ellerimi bluzume yöneltip, üst düğmeyi çekerek
açtım.
“Ben de tartışmayacağız diyorum.” dedi sıradan bir tonda.
Birbirimize ters ters baktık.
“Bilmek istedin.” diye belirttim.
“Biraz gerçekçi olursun diye düşünmüştüm.”
“Yani sen benden her türlü aptalca ve gülünç şeyi isteyebilirsin – evlenmek gibi – ama ben
tartışmaya bile izinli değilim –”
Ben bağırırken, ellerimi birleştirip tek eliyle tuttu ve ötekiyle de ağzımı kapattı.
“Hayır.” Yüzü sertti.
Sakinleşmek içn derin bir nefes aldım. Ve, sinirim geçmeye başladıkça, başka bir şey hissettim.
Neden tekrar aşağı baktığımı ve kızarmanın geri döndüğünü anlamam bir dakika almıştı –
neden midem huzursuz, neden gözlerim bu kadar ıslaktı, neden birdenbire odadan koşarak
uzaklaşmayı istemiştim.
Reddedilme tüm vücudumu sardı, içgüdüseldi ve güçlüydü.
Mantıksız olduğunu biliyordum. Diğer her şeyde benim güvenliğimin tek etken olduğunu
kanıtlamıştı ve bu konuda oldukça netti. Ancak daha önce ben hiç kendimi bu kadar
savunmamız kılmamıştım. Gözlerinin rengiyle uyumlu altın yorgana gözlerimi diktim ve
istenmediğimi ve istenemez olduğumu söyleyen ters tepkiyi kafamdan atmaya çalıştım.
Edward içini çekti. Ağzımın üstündeki elini çenemin altına indirdi ve ona bakabilmem için
başımı kaldırdı.
“Yine ne var?”
“Hiçbir şey.” diye mırıldandım.
Ben başarısız bir şekilde bakışlarından kaçmaya çalışırken, o uzun bir süre yüzümü inceledi.
Kaşları kalktı ve dehşete düşmüş bir ifade takındı.
“Duygularını mı incittim?” diye sordu şok olmuş vaziyette.
“Hayır,” diye yalan söyledim.
Nasıl olduğundan bile emin olmadığım kadar kısa sürede, kollarındaydım ve baş parmağı
yanağımı beni rahatlatırcasına okşarken yüzüm omzu ve eli arasındaydı.
“Neden hayır dediğimi biliyorsun,” diye mırıldandı. “Benim de seni istediğimi biliyorsun.”
“İstiyor musun?” diye fısıldadım, sesim şüphe doluydu.
“Tabii ki istiyorum, seni aptal, güzel ve fazla hassas kız.” Bir kahkaha attı ve sonra sesi soğuk
bir hal aldı. “Herkes istemiyor mu? Arkamda bir sıra varmış gibi hissediyorum, sürekli öne
geçmeye çalışan, büyük bir hata yapmamı bekleyenlerle dolu.... Sen çok fazla arzu
ediliyorsun.”
“Şimdi kim aptal oluyor peki?” birinin kitabında beceriksizlik, utangaçlık ve sakarlık
toplandığında bunun arzu edilene eşit olabileceğinden şüpheliydim.
“Seni inandırabilmem için imza mı toplamam gerekiyor? O listenin tepesinde hangi isimler
olduğunu söylemeli miyim? Birkaçını biliyorsun ama bazıları seni şaşırtabilir.”
Göğsüne yaslanmış başımı salladım, kaşlarımı çatarak. “Sadece dikkatimi dağıtmaya
çalışıyorsun. Konuya geri dönelim.”
İçini çekti.
“Ne yanlış yaptım söyle.” Tarafsız bir ses kullanmaya çalışmıştım. “Senin taleplerin evlilik” – o
kelimeyi yüzümü buruşturmadan söyleyemedim – “okul paramı ödemek, biraz daha zaman, ve
arabamın biraz daha hızlı gitmesi.” Kaşlarımı kaldırdım. “Unuttuğum bir şey var mı? Oldukça
uzun bir liste.”
“Sadece ilki bir talep.” Surat ifadesini ciddi tutabilmek için çaba harcıyor gibi duruyordu.
“Diğerleri yalnızca rica.”
“Benim küçük, bir tanecik, tek talebimse – “
“Talep?”
“Evet, talep.”
Gözleri kısıldı.
“Evlenmek benim normalde asla yapamayacağım bir şey. Karşılığında bir şey almadan
niyetimden vazgeçmeyeceğim.”
Kulağıma fısıldamak için eğildi. “Hayır” diye mırıdandı ipeksi bir ses tonuyla. “Şu an mümkün
değil. Daha sonra, daha az kırılgan olduğunda. Sabırlı ol, Bella.”
Sesimi kararlı ve mantıklı tutmaya çalıştım. “Ama sorun da o. Daha az kırılgan olduğumda aynı
olmayacak. Ben aynı olmayacağım! O zaman kim olacağım bilmiyorum.”
“Sen hala Bella olacaksın” diye söz verdi.
Kaşlarımı çattım. “Charlie’yi öldürmek isteyebilecek kadar kendimden uzaklaşırsam – fırsatım
olursa Jacob’ın ya da Angela’nın kanını içecek kadar – bu nasıl gerçek olabilir?
“Geçecek. Ve bir köpeğin kanını içmek isteyeceğinden şüpheliyim.” Bu düşünce onu ürpertmiş
gibi yaptı. “Bir yenidoğan olarak bile, ondan daha iyi bir zevke sahip olacaksın.”
Konuyu değiştirme çabasını duymazdan geldim. “Ama o her zaman en çok istediğim olacak,
değil mi?” diye meydan okudum. “Kan, kan, daha fazla kan!”
“Hala yaşıyor olman bile bunun doğru olmadığını kanıtlıyor.” diye öne sürdü.
“Seksen yıl sonra,” diye hatırlattım. “Fiziksel olarak bahsettim, gerçi. Zihinsel olarak, kendim
olabileceğimi biliyorum ... belli bir zaman sonra. Ama sadece sadece fiziksel olarak – her
zaman susayacağım, hem de her şeyden çok.”
Cevap vermedi.
“O yüzden farklı olacağım.” diye tamamladım karşı çıkılmamış olarak. “Çünkü şu an, fiziksel
olarak, senden çok istediğim başka hiçbir şey yok. Yemekten, sudan, oksijenden daha fazla
istiyorum. Zihinsel olarak, önceliklerim biraz daha mantıklı bir sırada. Ama fiziksel olarak...”
Avcunun içini öpebilmek için başımı çevirdim.
Derin bir nefes aldı. Sesi titrek çıktığı için şaşırdım.
“Bella, seni öldürebilirim.” diye fısıldadı.
“Yapabileceğini sanmıyorum.”
Edward’ın gözleri kısıldı. Elini yüzümden çekti ve çabucak arkasında göremediğim bir şeye
uzandı. Boğuk bir parçalanma sesi çıktı ve yatak altımızda titredi.
Elinde koyu renkli bir şey tutuyordu, inceleyebilmem için kaldırdı. Metal bir çiçekti, yatağının
demirden başlarına ve tentesine işlenmiş güllerden biriydi. Kısa bir saniye için elini kapattı,
parmaklarını nazikçe sıktı ve sonra tekrar açtı.
Bir şey söylemeden, ezilmiş, siyah metal yığınını gösterdi. Elinin içinin şeklindeydi, sanki bir
çocuğun yumruğunun içinde sıkılmış bir parça oyun hamuru gibi. Yarım saniye geçti ve o yığın
avcında siyah kuma döndü.
Ters ters baktım. “Bahsettiğim o değildi. Ne kadar güçlü olduğunu zaten biliyorum. Mobilyayı
kırmana gerek yoktu.”
“Neden bahsettin o zaman?” diye sordu karanlık bir sesle, elindeki duvara çarptığında yağmur
gibi ses çıkaran metal kumları odanın köşesine atarken.
Anlatmaya çalışırken yüzüme dikilmiş gözleri dikkatliydi.
“İstesen bana fiziksel zarar veremeyeceğinden değil... Onun ötesinde, bana o kadar zarar
vermek istemezsin ki... hiçbir zaman zarar verebileceğini düşünmüyorum.”
Daha bitirmeden kafasını iki yana sallamaya başladı.
“O şekilde işlemeyebilir, Bella.”
“İşlemeyebilir.” dedim alaylı bir şekilde, “Sen de neden bahsettiğini, en az benim kadar
bilmiyorsun.”
“Kesinlikle. Seni böyle bir riske sokabileceğimi düşünebiliyor musun?”
Uzun bir süre gözlerine baktım. Herhangi bir uzlaşma işareti, kararsızlık belirtisi yoktu.
“Lütfen,” diye fısıldadım sonunda ümitsizce. “Tek istediğim bu. Lütfen” Yenilgiyle kapattım
gözlerimi, son ve çabuk bir hayır bekleyerek.
Ama hemen cevaplamadı. İnanamadım ve nefesinin yine düzensiz olduğunu duyunca şok
oldum.
Gözlerimi açtım, ve yüzünde tereddüt vardı.
“Lütfen?” diye fısıldadım, kalp atışlarım hızlanırken. Gözlerindeki ani kararsızlıklıktan
faydalanmak için acele ederken sözlerim birbirine karıştı. “Bana herhhangi bir garanti vermene
gerek yok. Eğer işler iyiye gitmezse, şey, o zaman bırakırız. Sadece lütfen deneyelim...
yalnızca deneyelim. Ve ben de istediğin her şeyi vereceğim.” diye söz verdim aceleyle. “Seninle
evlenirim. Dartmouth’ın parasını ödemene izin veririm, hatta girmem için rüşvet vermene
şikayet etmem. Eğer seni mutlu edecekse daha hızlı bir araba almana bile izin veririm!
Sadece... lütfen.”
Buz gibi kolları beni sardı, dudakları kulaklarımdaydı ve soğuk nefesi ürpermeme sebep oldu.
“Bu dayanılmaz. Sana vermek istediğim onca şey var – ve talep ettiğin şey bu. Sen bana bu
şekilde yalvarırken reddetmeye çalışmanın ne kadar acı verdiği hakkında bir fikrin var mı?”
“O zaman reddetme” diye önerdim nefessiz kalmış biçimde.
Cevap vermedi.
“Lütfen,” diye denedim tekrar.
“Bella...” Yavaşça kafasını salladı ama yüzü, dudakları boynumda ileri geri hareket ederken
hissettirdiği bir reddediş değildi. Daha çok teslim olma gibiydi. Zaten çok hızlı çarpan kalbim
artık çılgıncasına atmaya başlamışdı.
Bir kez daha elde edebileceğim şeye uzandım. Kararsızlığının küçük bir hareketiyle yüzü
benimkine doğru döndüğünde, dudaklarım onunkileri buluncaya kadar kollarında hızla
kıvrıldım. Elleri yüzümü kavradı ve beni tekrar iteceğini düşündüm.
Yanılmıştım.
Dudakları nazik değildi. Dudaklarının hareketinde yepyeni bir çelişki ve umutsuzluk vardı.
Kollarımı boynunun etrafına doladım ve birdenbire aşırı ısınmış bedenime değen bedeni hiç
olmadığı kadar soğuk geldi. Titredim, ama üşüdüğüm için değildi.
Beni öpmeyi kesmedi. Nefes almak için kendini çekmek zorunda kalan ben oldum. O zaman
bile dudakları tenimden ayrılmadı, sadece boynuma doğru hareket etti. Zafer heyecanı garip
bile şekilde fazlaydı, bu beni güçlü hissettiriyordu. Cesur. Ellerim artık sarsak değildi,
gömleğindeki düğmeleri bu kez kolayca açtım ve parmaklarım buz gibi göğsünün mükemmel
yüzeyini okşadı. Çok fazla güzeldi. Az önce kullandığı kelime neydi? Dayanılmaz – işte buydu.
Güzelliği dayanılcak gibi değildi...
Dudaklarını tekrar benimkilerin üstüne çektim, en az benim kadar istekli görünüyordu.
Ellerinden biri hala yüzümü okşarken, diğeri belime daha da sıkıca sarılmıştı. Bu beni
gömleğinin önüne uzanmamı biraz zorlaştırdı, ama imkansız değildi.
Soğuk, demir zincirler bileklerimin etrafını sardı ve ellerimi birdenbire bir yastığın üzerinde
olan başımın üstüne çekti.
Dudakları yine kulaklarımdaydı. “Bella.” diye mırıldandı, sesi sıcak ve kadifemsiydi. “Lütfen
giysilerini çıkarmaya çalışmayı keser misin?”
“O kısmı sen mi yapmak istiyorsun?” diye sordum şaşkın bir şekilde.
“Bu gece değil.” diye sordu yumuşak bir şekilde. Yanağımdaki ve çenemdeki dudakları artık
daha yavaştı, tüm o aciliyet gitmişti.
“Edward, yapma – “ diye itiraz etmeye başladım.
“Hayır demiyorum.” diye güvence verdi. “Sadece bu gece değil diyorum.”
Nefesim yavaşlarken üzerinde düşündüm.
“Bu gecenin diğer geceler kadar iyi olmamaması için bana tek bir iyi sebep söyle.” Hala nefes
nefeseydim; bu da sesimdeki hüsranı daha az etkileyici kılıyordu.
“Ben dün doğmadım.” diye kıkırdadı kulağıma. “İkimizden hangisi sence diğerinin istediğini
vermeye daha az istekli? Az önce bana henüz değişim geçirmeden evlenme sözü verdin, ama
bu gece sana teslim olursam, sabah Carlisle’a koşa koşa gitmeyeceğinin ne gibi bir garantisini
verebilirsin? Ben – açık bir şekilde – istediğini vermeye daha az gönülsüzüm. Öyleyse... önce
sen.”
Öfkeyle burnumdan soludum. “Önce seninle evlenmem mi lazım?” diye sordum inanamaz bir
şekilde.
“Anlaşma bu – işine gelirse. Uzlaşma, unuttun mu?”
Kolları etrafımı sardı ve yasalara aykırı olması gereken bir şekilde beni öpmeye başladı. Fazla
ikna edici – zorlayıcı, baskıcıydı. Aklıma hakim olmaya çalıştım ... ama çabucak ve tamamen
başarısız oldum.
“Bence bu gerçekten kötü bir fikir.” diye soludum nefes almama izin verdiğinde.
“Bu şekilde hissetmene şaşırmadım” diye sırıttı. “Tek yöne çalışan bir aklın var.”
“Bu nasıl oldu?” diye homurdandım. “Bu gece ipleri elimde tutuyordum sanıyordum –bir
keresinde– ve şimdi, birdenbire –”
“Nişanlısın.”“ diye bitirdi.
“Iyy! Lütfen o kelimeyi sesli söyleme.”
“Sözünden dönecek misin?” diye ısrar etti. Yüzümü okumak için geri çekildi. Yüz ifadesi
keyifliydi. Eğleniyordu.
Gülümseyişinin kalbimin atışlarını hızlandırmasını yok sayarak dik dik baktım.
“Dönecek misin?” diye üsteledi.
“Ah!” diye inledim. “Hayır. Dönmeyeceğim. Mutlu musun şimdi?”
Gülümsemesi göz kamaştırıcıydı. “Son derece.”
Yine inledim.
“Sen hiç mi mutlu değilsin?”
Ben cevap veremeden yine öptü. Bir başka fazla ikna edici öpücüktü.
“Birazcık.” diye itiraf ettim konuşabildiğimde. “Ama evlilik için değil.”
Yine öptü. “Her şeyin tam tersi olduğu hissine kapılmıyor musun?” diyerek kulağıma doğru
güldü. “Geleneksel olarak, senin benim tarafımda, benim de senin tarafında olmam gerekmez
miydi?”
“Sen ve benimle alakalı geleneksel hiçbir şey yok.”
“Doğru.”
Beni yine öptü ve kalbim çok hızlı atmaya başlayıncaya ve tenim kızarana kadar devam etti.
“Bak, Edward.” diye mırıldandım tatlılıkla o avcumun içini öpmek için durunca. “Seninle
evleneceğimi söyledim ve evleneceğim. Söz veriyorum. Yemin ediyorum. Eğer istersen,
kanımla bir anlaşma bile imzalarım.”
“Komik değil.” diye mırıldandı.
“Söylemeye çalıştığım şey şu – seni kandırmaya falan çalışmayacağım. Beni tanıyorsun. O
yüzden beklemeye çok da gerek yok. Tamamen yalnızız – bu ne kadar sık oluyor ki? – ve senin
de bu geniş, rahat yatağın var...”
“Bu gece değil.” dedi yine.
“Bana güvenmiyor musun?”
“Tabii ki güveniyorum.”
Hala öpmekte olduğu elimi kullanarak yüzünü, ifadesini görebileceğim şekilde kaldırdım.
“O zaman sorun ne? Sonunda kazanacağını bilmiyordun sanki.” Kaşlarımı çattım ve
mırıldandım, “Sen her zaman kazanırsın.”
“Her iki tarafı da mutlu etmeye çalışıyorum.” dedi sakince.
“Başka bir şey de var” diye tahmin ettim, gözlerim kısıldı. Yüzünde savunucu bir taraf vardı,
kayıtsız tavrının arkasına sakladığı gizli niyete dair bir ipucuydu bu. “Peki sen sözünden
dönmeyi planlıyor musun?”
“Hayır.” diye söz verdi ciddi bir şekilde. “Sana yemin ediyorum, deneyeceğiz. Evlendikten
sonra.”
Kafamı salladım ve acı bir şekilde güldüm. “Bir melodramdaki kötü karakter gibi
hissettiriyorsun bana – zavallı bir kızın iffetini çalmaya çalışırken bıyıklarıyla oynayan karakter
gibiyim.”
Gözleri yüzüme çevrildiğinde ihtiyatlı görünüyordu, sonra çabucak kafasını indirdi ve
köprücük kemiğime dudaklarını bastırdı.
“Durum bu, değil mi?” Dudaklarımdan kaçan kısa kahkaha, eğlenmişten çok şok olmuş bir
kahkahaydı. “Sen iffetini korumak istiyorsun!” Arkasından gelen kıkırdamayı bastırmak için
ellerimle ağzımı kapadım. Kelimeler çok... eski modaydı.
“Hayır, aptal kız.” diye mırıldandı omzuma doğru. “Ben seninkini korumak istiyorum. Ve
bunu şok edici bir şekilde zorlaştırıyorsun.”
“Söylediğin tüm o gülünç şeylerin içinde – “
“Sana bir şey sorayım.” diye sözümü kesti. “Bu tartışmayı daha önce yaptık, ama eğlendir beni.
Bu odanın içinde kaç kişinin ruhu var? Cennette bir şansı, ya da bu hayattan sonra ne geliyorsa
orada?”
“İki.” dedim hemen, sesim kendimden emin şekilde çıkmıştı.
“Pekala. Belki doğrudur. Şimdi, bu konuda çok tartışmalar var ama büyük bir çoğunluk
izlenmesi gereken kurallar olduğunu düşünüyor.”
“Vampir kuralları senin için yeterli değil mi? İnsanlar için olanlar hakkında da endişelenmek mi
istiyorsun?”
“Zarar vermez.” diye omuz silkti. “Her ihtimale karşı.”
Kısılmış gözlerimle ona dik dik baktım.
“Bu saatten sonra, tabii ki, benim için çok geç, ruhum konusunda haklı olsan bile.”
“Hayır, değil.” diye karşı çıktım kızgın bir şekilde.
“‘Öldürmeyeceksin’ çoğu büyük inanç sistemleri tarafından kabul edilen bir emir. Ve ben çok
insan öldürdüm, Bella.”
“Sadece kötü olanları.”
Omuz silkti. “Belki o sayılıyordur belki sayılmıyordur. Ama sen kimseyi öldürmedin –”
“Senin bildiğin kadarıyla.” diye mırıldandım.
Gülümsedi ama onun dışında sözünü kesmemi yok saydı. “Ve ben de seni şeytana uymaktan
elimden geldiğince uzak tutacağım.”
“Tamam. Ama biz cinayet işlemek yüzünden kavga etmiyoruz.” diye hatırlattım.
“Aynı prensip işliyor – tek fark bu alan benim de en az senin kadar lekesiz olduğum tek alan.
Tek bir kuralı ihlal edilmemiş bırakabilir miyim?”
“Tek?”
“Biliyorsun çaldım, yalan söyledim, göz diktim... iffetim kalan tek şeyim.” Çarpık bir şekilde
sırıttı.
“Ben hep yalan söylerim.”
“Evet, ama o kadar kötü bir yalancısın ki o sayılmaz. Kimse sana inanmıyor.”
“Umarım o konuda yanılıyorsundur – çünkü aksi takdirde Charlie dolu bir silahla şu kapıyı
kırıp içeri girmek üzeredir.”
“Charlie hikayelerini yutmuş gibi davrandığında daha mutlu. Daha yakından bakmaktansa
kendine yalan söylemeyi yeğler.” Bana gülümsedi.
“Ama sen neye göz diktin?” diye sordum şüphe içinde. “Her şeyin var.”
“Sana göz diktim.” Gülümseyişi karanlıklaştı. “Seni istemeye hiç hakkım yoktu – ama uzandım
ve seni aldım yine de. Ve bak ne hale geldin! Bir vampiri baştan çıkarmaya kalkıyorsun.”
Başını sahte bir dehşet ile salladı.
“Zaten senin olan bir şeye gözünü dikebilirsin.” diye itiraz ettim. “Ayrıca ben endişelendiğimiz
şeyin benim iffetim olduğunu sanıyordum.”
“Öyle. Eğer benim için çok geçse... Şey, seni cennete almamalarına neden olursam, lanet olsun
bana – mecaz anlamda yani.”
“Senin olmayacağın bir yere gitmemi isteyemezsin.” diye yemin ettim. “O benim için cehennem
olur. Her neyse, bunun için kolay bir çözümüm var: hiç ölmeyelim, olur mu?”
“Yeterince basit görünüyor. Neden ben daha önce düşünemedim?”
Ben sinirli bir offf sesiyle pes edene kadar gülümsedi. “O zamam durum bu. Evlenene kadar
benimle yatmayacaksın.”
“Teknik olarak, seninle zaten yatamam.”
Gözlerimi devirdim. “Çok olgunca, Edward.”
“Ama o detay dışında, evet, doğru anlamışsın.”
“Bence gizli bir amacın var.”
Gözlerini masumca açtı. “Başka bir amaç mı?”
“Bunun işleri hızlandıracağını biliyorsun,” diye suçladım.
Gülmemeye çalıştı. “Hızlandırmak istediğim yalnızca tek bir şey var, ve gerisi de sonsuza dek
bekleyebilir... ama o konuda haklısın, senin sabırsız insan hormonların şu noktada benim en
güçlü müttefikim.”
“Sana uyduğuma inanamıyorum. Charlie’yi düşündükçe... Ve Renée’yi! Angela’nın ne
düşünceğini hayal edebiliyor musun?” Ya da Jessica’nın? Ah. Dedikoduları şimdiden
duyabilyorum.”
Tek kaşını kaldırdı ve sebebini biliyordum. Yakında ayrılıp bir daha geri dönmeyeceksem
insanların benim için söylediklerinin ne önemi vardı? Gerçekten o kadar mı hassastım da birkaç
hafta sürecek yan bakmalar ve imalı sorulara katlanamayacaktım?
Eğer bir başkası bu yaz evlenseydi benim de en az diğerleri kadar küçümseyici şeyler
söyleyeceğimi bilmeseydim, belki beni bu kadar rahatsız olmazdım.
Ah. Bu yaz evlenmek! Ürperdim.
Eğer evlilik düşüncesinin ürpertici bir şey olduğu düşüncesiyle büyütülmeseydim, belki beni
yine o kadar rahatsız etmezdi.
Edward, huysuzlanmamı böldü. “Öyle büyük bir yapım olmasına gerek yok. Trampetli girişlere
falan da gerek yok. Kimseye söylemek ya da herhangi bir değişiklik yapmak zorunda değilsin.
Vegas’a gider – sen eski kotunu giyersin ve arabaya servisi olan bir şapele gideriz. Senin başka
hiç kimseye değil de bana ait olmanın sadece resmi olmasını istiyorum.”
“Şimdi olduğundan daha resmi olamaz” diye homurdandım. Ama yaptığı tarif kulağa çok da
kötü gelmiyordu. Sadece Alice hayal kırıklığına uğrardı.
“Onu göreceğiz.” Kendini beğenmiş bir şekilde gülümsedi. “Sanırım yüzüğünü şimdi
istemezsin?”
Konuşmadan önce yutkunmam gerekti. “Kesinlikle doğru sanıyorsun.”
İfademe güldü. “İyi. Yakında parmağına takmış olurum.”
Dik dik baktım. “Sanki hali hazırda elinde varmış gibi konuşuyorsun.”
“Var.” dedi, yüzsüz bir şekilde. “ En ufak bir zayıflık gösterdiğinde sana zorla takılmak üzere
hazır.”
“İnanılmazsın.”
“Görmek istiyor musun?” diye sordu. Akışkan, kehribar gözleri birden heyecanla parlamaya
başladı.
“Hayır!” diye neredeyse bağırdım, istemsiz bir tepkiydi. Anında pişman oldum. Bariz bir
şekilde bozuldu. “Ama gerçekten göstermek istiyorsan, göster.” diye telafi etmeye çalıştım.
Mantıksız dehşetimi bastırmak için dişlerimi sıktım.
“Önemli değil. Bekleyebilir.”
İçimi çektim. “Şu kahrolası yüzüğü göster, Edward.”
Kafasını salladı. “Hayır.”
Uzun bir süre ifadesini inceledim.
“Lütfen?” diye sordum sessizce, yeni keşfettiğim silahımı deneyerek. Parmaklarımın ucuyla
yüzüne yavaşça dokundum. “Lütfen görebilir miyim?”
Gözleri kısıldı. “Karşılaştığım en tehlikeli yaratıksın.” diye mırıldandı. Ama kalktı ve doğal bir
zerafetle hareket edip küçük komodinin yanında diz çöktü. Anında tekrar yatakta benimleydi,
bir kolu omuzlarıma atılmış şekilde yanımda oturuyordu. Diğer elinde küçük siyah bir kutu
vardı. Sol dizimde dengeledi.
“Hadi bak, o zaman.” dedi sert bir şekilde.
Küçük, zararsız kutuyu açmak olması gerekenden daha zordu, ama onu yine kırmak
istemedim, böylece ellerimi titretmemeye çalıştım. Yüzeyi siyah saten ile dümdüzdü.
Parmaklarımla okşadım, tereddüt ederek.
“Çok fazla para harcamadın, değil mi? Eğer harcadıysan da yalan söyle.”
“Hiç para vermedim.” diye güvence verdi. “Başka bir elden düşme sadece. Bu babamın
anneme verdiği yüzük.”
“Ah.” Şaşkınlık sesimde yankılandı. Başparmağım ve işaret parmağımla kapağı tuttum ama
açmadım.
“Sanırım biraz demode.” Sesinde şakacı bir özür dileme vardı. “Eski moda, tıpkı benim gibi.
Sana daha modern bir şey alabilirim. Tiffany’s’den bir şey belki?”
“Eski moda şeyleri severim.” diye mırıldandım ve tereddütle kapağı açtım.
Siyah satenin içinde, Elizabeth Masen’ın yüzüğü loş ışıkta parladı. Önü uzun, ovaldi ve
ışıldayan yuvarlak taştan sıra onu çevrelemişti. Birleşim yeri altındandı – narin ve inceydi.
Altın, elmasların çevresinde kırılgan bir ağ oluşturmuştu. Onun gibi bir şeyi daha önce hiç
görmemiştim.
Düşünmeden, ışıldayan daşlara dokundum.
“Çok hoş.” diye mırıldandım kendi kendime, şaşırmıştım.
“Sevdin mi?”
“Güzel.” Omuz silktim, ilgisiz taklidi yaparak. “Sevilmeyecek ne var?”
Kıkırdadı. “Bak bakalım olacak mı.”
Sol elim yumruk şeklini aldı.
“Bella.”dedi ve içini çekti. “Parmağına lehimlemeyeceğim. Sadece dene ki ölçüsünün
ayarlanması gerekiyor mu görelim. Sonra çıkarabilirsin.”
“İyi.” Homurdandım.
Yüzüğe uzandım, ama uzun parmakları benden hızlı davrandı. Sol elimi aldı ve üçüncü
parmağıma taktı. Elimi uzattı ve ikimiz de tenimde parlatan oval şekli inceleyebildik. Orada
bulunması, korktuğum kadar da berbat değildi.
“Tam uydu.” dedi ilgisizce. “Bu iyi – mücevherciye yapılacak bir ziyaretten kurtardı.”
Sesinin kayıtsız tonu altında yanan o aynı güçlü duyguyu duyabiliyordum. Başımı kaldırdım.
Gözlerinde de vardı; ifadesinin tüm umursamazlığına rağmen görülebiliyordu.
“Hoşuna gitti, değil mi?” diye sordum şüpheyle parmaklarımı sallayarak ve daha önce sol elimi
kırmamış olmamın gerçekten çok kötü olduğunu düşünerek.
Omuz silkti. “Tabii,” dedi, hala kayıtsızdı. “Çok yakıştı sana.”
Görünenin derinliklerinde hangi duygu yanıp tutuşuyordu anlayabilmek için gözlerine iyice
baktım. O da bana bakarken, kayıtsız tavrı aniden bozuldu. Işıldıyordu – meleksi yüzü sevinç
ve zaferle göz alıcı bir hal almıştı. O kadar görkemliydi ki nefesimi kesti.
Nefes alışım tekrar düzelemeden beni öpmeye başladı, dudakları çoşkuluydu. Dudaklarını
kulağıma fısıldamak için çektiğinde başım döndü – ama nefes alışı aynı benimki gibi kesik
kesikti.
“Evet, hoşuma gitti. Tahmin bile edemezsin.”
Güldüm, biraz güçlükle soluyarak. “İnanıyorum sana.”
Bir şey yapsam sorun olur mu?” diye mırıldandı, kolları beni daha da sıktı.
“Ne istersen.”
Ama beni bıraktı ve uzaklaştı.
“Bunun dışında her şey.” diye homurdandım.
Beni duymazdan geldi, ellerimi tuttu ve yataktan da kaldırdı. Önümde dikildi, elleri
omuzlarımda, yüzü ciddiydi.
“Şimdi, bunu doğru yapmak istiyorum. Lütfen, lütfen, bunu düşün, zaten kabul ettin ve bunu
benim için mahvetme.”
“Ah, hayır.” O tek dizinin üztüne çökerken ben güçlükle nefes aldım.
“İyi davran.” diye mırıldandı.
“Isabella Swan?” İnanılmaz derecede uzun kirpikleri arasından bana baktı, altın gözleri
yumuşaktı ama yine de bir şekilde yakıcıydı. “Seni sonsuza dek sevmeye söz veriyorum –
sonsuzluğun her bir gününde. Benimle evlenir misin?”
Söylemek istediğim çok şey vardı, bazıları nazik bile değildi, bazılarıyla muhtemelen
söyleyebileceğimi hayal bile edemeyeceği derecede, tiksindirici bir şekilde aşırı duygusal ve
romantikti. Kendimi utandırmak yerine, fısıldadım: “Evet.”
“Teşekkür ederim.” dedi basitçe. Sol elimi aldı ve artık benim olan yüzüğü öpmeden önce her
bir parmak ucumu öptü.


Alıntı*
AshRob
AshRob
Yeni Doğan
Yeni Doğan

Mesaj Sayısı : 572
Reputation : 5
Kayıt tarihi : 11/07/10
Yaş : 27
Nerden : yalova

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz