Twilight
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 22 (ATEŞ VE BUZ)

Aşağa gitmek

Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 22 (ATEŞ VE BUZ) Empty Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 22 (ATEŞ VE BUZ)

Mesaj tarafından AshRob Çarş. Tem. 14, 2010 6:25 pm

Rüzgar gene çadırı salladı ve ben de onunla birlikte sallandım. Sıcaklık düşüyordu. Bunu uyku
tulumuna rağmen ve montuma rağmen hissedebiliyordum. Tamamen giyiniktim, yürüyüş
botlarım hala ayağımdaydı. Bir şey fark ettirmiyordu. Nasıl bu kadar soğuk olabilirdi? Nasıl
daha da soğumaya devam ederdi? Bir yerde durması gerekiyordu, değil mi?
“S– s– s– s– s– s– saat k– k– k– k– kaç?” Takırdayan dişlerimin arasından kendimi konuşmaya
zorladım.
“İki.” Diye cevapladı Edward.
Edward dar alanda elinden geldiğince benden uzakta oturmaya çalıştı, ben zaten o kadar
üşümüşken benim üzerime doğru nefes almaya bile korkuyordu. Yüzünü görebilmek için fazla
karanlıktı, ama sesi endişe, kararsızlık ve hüsranla hiddetlenmişti.
“Belki...”
“Hayır, ben i– i– i– y– y– yiyim, g– g– g– gercekten. Dışarı ç– ç– ç– ç– çıkmak i–
istemiyorum.”
Şimdiye kadar en azından bir on kere beni dışarda koşmam için ikna etmeye çalışmıştı, ama ben
sığınağımı terketmeye korkuyordum. Tüm o şiddetli rüzgardan korunaklı olmasına rağmen
içerisi böylesine soğuksa, o rüzgarda koşmanın ne kadar kötü olacağını tahmin edebiliyordum.
Ve öğleden sonraki tüm çabalarımız da boşa gitmişti. Fırtına bittikten sonra kendimizi yeniden
hazırlamak için yeteri kadar zamanımız olacak mıydı? Ya fırtına sona ermeseydi? Şu anda
hareket etmenin hiçbir anlamı yoktu. Bir geceyi titreyerek geçirebilirdim.
Endişelendiğim şey, bıraktığım izlerin kaybolmasıydı ama Edward yine de gelmekte olan
canavarlar için yeterince açık olacağına söz verdi.
“Ne yapabilirim?” Neredeyse yalvarıyordu.
Başımı salladım.
Karların dışından, Jacob keyifsizce sızlandım.
“G– g– g– g– git b– b– b– buradan.” Diye emrettim, yine.
“Sadece senin için endişeleniyor.” diye tercüme etti Edward. “O iyi. Onun bedeni bu havayla
başa çıkmak için donanımlı.”
“H– h– h– h– h– h.” Yine de ayrılması gerektiğini söylemek istedim, ama dişlerim izin
vermedi.. Denerken neredeyse dilimi ısırıyordum. En azından Jacob gerçekten de kar için
donanımlı görünüyordu, daha kalın, uzun ve kabarık kızıl– kahve kürküyle sürüsündeki
diğerlerinden daha bile iyiydi. Bunun nedenini merak ettim.
Tiz, kulak tırmalayıcı bir şikayet sesiyle inledi.
“Ne yapmamı istiyorsun?” diye homurdandı Edward, artık kibarlıkla uğraşmayacak kadar
tedirgindi. “Bu fırtınanın içinden onu taşıyarak geçeyim mi? Seninde herhangi bir faydanı
göremiyorum. Neden gidip bir soba falan kapıp gelmiyorsun?”
“Ben iy– y– y– y– y– y– y– yim,” diye itiraz ettim. Edward’ın iniltisine ve çadırın dışındaki
anlaşılmayan homurtuya bakılırsa, kimseyi ikna edememiştim. Rüzgar çadırı sertçe salladı, ve
ben de onunla uyumlu bir şekilde titredim.
Ani bir kükreme rüzgarın gümbürtüsünü böldü ve ben kulaklarımı kapadım. Edward kaşlarını
çattı.
“Buna hiç gerek yoktu,” diye mırıldandı. “Ve ayrıca duyduğum en kötü fikir.” Diye bağırdı
daha yüksek sesle.
“Senin aklına gelenlerden daha iyi.” Diye yanıtladı Jacob, insan sesi beni irkiltti. “Git de bir
soba kap’ mış.” Diyerek homurdandı. “St. Bernard köpeği değilim.”
Çadır kapısının fermuarının çabucak açıldığını duydum.
Jacob, buz gibi bir havayı da kendisiyle içeri alarak sığabildiği en ufak aralıktan içeri girdi.
Birkaç kar tanesi çadırın tabanına düştü. O kadar çok titredim ki sarsıldım.
“Bunu sevmedim.” Diye tısladı Edward, Jake çadır kapısının fermuarını kapatırken. “Sadece
montu verip dışarı çık.”
Gözlerim şekilleri seçecek kadar alışmıştı – Jacob çadırın yanındaki ağaca asılı olan parkayı
taşıyordu.
Neden bahsettiklerini sormaya çalıştım, ama titreme beni kontrol edilemez şekilde kekelettiği
için ağzımdan çıkan tek şey; “N– n– n– n– n– n– n– n” oldu.
“Parka yarın için – onu kendi kendine ısıtabilmek için fazla üşümüş. Parka donmuş.” Kapının
oraya bıraktı. “Bir sobaya ihtiyacı olduğunu söylemiştim, ve işte buradayım.” Jacob çadır izin
verdiğince kollarını açtı. Her zamanki gibi, ortalıkta kurt olarak dolandığı için, sadece temel
ihtiyaçları üzerine almıştı – bir eşofman altı. Üst kısmı ve ayakları çıplaktı.
“J– J– J– J– Jake, d– d– d– d– donacaks– s– sın.” Şikayet etmeye çalıştım.
“Ben donmam.” dedi neşeli bir şekilde. “Son günlerde sıcacık kırk iki dereceyle yaşıyorum.
Kısa zamanda terletirim seni.”
Edward homurdandı, ama Jacob ona bakmadı bile. Onun yerinde emekleyerek yanıma geldi ve
uyku tulumumun fermuarını açmaya başladı.
Birdenbire Edward, elini Jacob’ı zaptetmek amacıyla onun omzuna koydu. Karbeyaz rengine
karşılık koyu ten. Jacob’ın çenesi kasıldı, burun delikleri genişledi, bedeni soğuk temasla
irkildi. Kolundaki uzun kaslar otomatik olarak gerildi.
“Ellerini üzerimden çek,” dişlerini sıkarak hırladı.
“Ellerini ondan uzak tut.” Edward kızgınca yanıtladı.
“K– k– k– kavga et– t– t– tmeyin,” diye yalvardım. Başka bir titreme bütün bedenimi salladı.
Dişlerim o kadar sert çarpıyordu ki kırılacaklarını sandım.
“Eminim ayak parmakları iyice morarıp düştüğünde sana bunun için teşekkür eder.” Diye karşı
çıktı Jacob.
Edward tereddüt etti, sonra elini çekti ve köşedeki eski yerine gitti.
Sesi düz ve korkutucuydu. “Kendine dikkat et.”
Jacob kıkırdadı.
“Yana kay, Bella.” Dedi uyku tulumunu daha da açarak.
Büyük bir öfkeyle ona baktım. Edward’ın neden böyle tepki verdiğine şaşmamak gerekti.
“H– h– h– h– h” diye karşı çıkmaya çalıştım.
“Aptal olma,” dedi sinirli bir şekilde. “On adet ayak parmağına sahip olmayı sevmiyor musun?”
Tulumun içindeki olmayan yere bedenini sığdırdı ve fermuarı arkasından zorla kapattı.
Ve sonra itiraz edemedim – etmek istemedim artık. O kadar sıcaktı ki. Kollarını bana doladı,
beni çıplak göğsüne sıkıca bastırdı. Sıcaklık karşı konulamazdı, sanki suyun altında çok kalıp
yüzeye çıktıktan sonra solunan hava gibiydi. Hevesli bir şekilde buz tutmuş parmaklarımı
tenine bastırdığımda büzüldü.
“Tanrım, donuyorsun, Bella,” diye şikayet etti.
“Ü– ü– ü– üzgünüm,” diye kekeledim.
“Rahatlamaya çalış,” diye önerdi başka bir ürperti bütün vücudumu şiddetle sarsarken.
“Birazdan ısınacaksın. Elbette, üstündekileri çıkarsaydın daha çabuk ısınırdın.”
Edward sinirli bir şekilde hırladı.
“Bu sadece basit bir gerçek.” Diye kendini savundu Jacob. “Hayatta kalma ders bir.”
“K– k– k– kes ş– şunu, Jake,” dedim sinirli bir şekilde, ama bedenim ondan uzaklaşmaya
yanaşmıyordu bile. “K– k– k– kimse gerçekten on ayak p– p– p– parmağına ihtiyaç d– d–
duymaz.”
“Kan emici için endişelenme.” Dedi Jacob, kendinden memnun bir ses tonuyla. “Sadece
kıskanıyor.”
“Tabii ki kıskanıyorum.” Edward’ın sesi kadifemsiydi yine, kontrol altında, karanlıktaki bir
müzikal mırıltı gibi. “Şu anda senin onun için yaptığını kendim yapabilmeyi ne kadar istediğime
dair en ufak bir fikrin yok, kırma.”
“Onlar kötü tarafları,” dedi Jacob neşeyle, ama sonra ses tonu bozuldu.” En azından benim
yerimde sen olmanı dilediğini biliyorsun.”
“Doğru.” diye onayladı Edward.
Onlar ağız dalaşı yaparken, titreme yavaşladı ve katlanılır oldu.
“İşte,” dedi Jacob hoşnutça. “Daha iyi hissediyor musun?”
Sonunda net olarak konuşabiliyordum. “Evet.”
“Dudakların hala mavi.” Dedi düşünceli bir şekilde. “Onları da senin için ısıtmamı ister misin?
İstemen yeterli.”
Edward sert bir şekilde içini çekti.
“Düzgün davran,” diye mırıldandım yüzümü omzuna bastırırken. Soğuk tenim onunkine
değince yine irkildi ama ben gözle görülür, kinci bir tatminle gülümsedim.
Tulumun içi sıcak ve rahattı. Jacob’ın beden sıcaklığı her taraftan yansıyor gibiydi – belki her
tarafı kapladığı içindi. Botlarımı tekmeleyerek çıkardım ve ayaklarımı bacaklarına bastırdım.
Bariz bir şekilde zıpladı ve sonra başını eğip, sıcak yanağını uyuşmuş kulağıma yapıştırdı.
Jacob’ın teninin odunsu, misk kokulu olduğunu fark ettim – buraya, ormanın ortasındaki bu
ortama uyuyordu. Hoştu. Cullenlar’ın ve Quileuteler’in tüm o koku meselesini önyargıları
yüzünden mi bu kadar sorun haline getirip getirmediklerini merak ettim. Bana herkesin kokusu
iyi geliyordu.
Fırtına çadıra saldıran bir hayvanmışçasına kükrüyordu ama artık bu beni endişelendirmiyordu.
Jacob soğuk değildi, ve ben de değildim. Hem açıkçası herhangi bir şey için endişelenmek için
fazla yorgundum – bu kadar geç saate kadar uyanık olduğum için yorgundum ve kaslarım
kasılmaktan ağrıyordu. Donmuş her parçam birer birer çözüldükçe bedenim yavaşça
rahatlamaya başladı sonra da iyice gevşedim.
“Jake?” diye mırıldandım uykulu bir şekilde. “Sana bir şey sorabilir miyim? Pisliğin teki gibi
davranmaya çalışmıyorum ama, gerçekten merak ediyorum.” Mutfağımdayken kullandığı
kelimelerin aynısıydı... ne kadar süre önceydi o?
“Elbette,” diye kıkırdadı hatırlayarak.
“Sen neden arkadaşlarından daha tüylüsün? Eğer kabalaşıyorsam sorumu cevaplamak zorunda
değilsin.” Kurt adam kültürünün görgü kurallarını pek bilmiyordum.
“Çünkü saçlarım daha uzun.” Dedi eğlenmiş bir şekilde – en azından sorum onu
gücendirmemişti. Kafasını salladı böylece dağınık saçları – çenesine kadar uzamıştı artık –
yanaklarımı gıdıkladı.
“Ah.” Şaşırmıştım ama mantıklı gelmişti. Demek hepsinin baştan, sürüye ilk katıldıklarında
saçlarını kısacık kesmelerinin sebebi buymuş. “Peki sen niye kesmedin? Kıllı olmayı seviyor
musun?”
Bu sefer hemen cevap vermedi ve Edward bıyık altından güldü.
“Üzgünüm,” dedim, esnemek için durdum. “Burnumu sokmak istemedim. Söylemek zorunda
değilsin.”
Sinirlenmiş bir ses çıkardı. “Ah, nasıl olsa sana söyleyecek, o yüzden ben söyleyeyim bari...
Saçlarımı uzatıyordum çünkü... sen uzunken daha çok seviyor gibisin.”
“Ah.” Tuhaf hissetmiştim. “Ben, şey, iki türlü de seviyorum, Jake. Zahmet çekmek... zorunda
değilsin.”
Omuz silkti. “Bu gece oldukça faydalı olduğunu gördük, o yüzden canını sıkma.”
Söyleyecek başka bir şeyim yoktu. Sessizlik uzadıkça, göz kapaklarım düştü ve kapandı, nefes
alışım daha da yavaşladı.
“İşte böyle, canım, uyu.” Jacob fısıldadı.
İç geçirdim, memnun bir şekilde, yarı bilinçsizdim zaten.
“Seth burada.” Diye Edward Jacob’a mırıldandı, ve birden kükremenin anlamını çözdüm.
“Mükemmel. Ben senin için kız arkadaşınla ilgilenirken artık sen geri kalan her şey ile
ilgilenirsin.”
Edward cevap vermedi, ama ben halsizce inledim. “Keş şunu.”Diye mırıldandım.
Sonra yine sessizlik oldu, içeride en azından. Dışarıda, rüzgar ağaçların arasında delicesine
feryat ediyordu. Çadırın şiddetle titremesi uyumayı güçleştiriyordu. Direkler, tam uyuyakalmak
üzereyken her defasında beni bilinçsizliğin kıyısından çekerek, aniden silkelenip sarsılıyordu.
Kurt için yani dışarıda karın ortasında kalmış oğlan için çok üzüldüm.
Uykumun gelmesini beklerken aklım amaçsızca savruldu. Bu küçük sıcak alan, Jacob’la
geçirdiğimiz eski günleri düşündürttü ve eskiden nasıl onun benim güneş yerine kullandığım
şey olduğunu, nasıl boş hayatımı yaşanılabilir kılan sıcaklık olduğunu hatırlattı. Jake’i o şekilde
düşünmemin üzerinden zaman geçmişti, ama işte buradaydı, beni yine ısıtıyordu.
“Lütfen!” Edward tısladı. “Dikkat etsene!”
“Ne?” Jacob fısıldayarak cevap verdi, ses tonu şaşkındı.
“Düşüncelerini en azından kontrol etmeye teşebbüs eder misin?” Edward’ın alçak fısıltısı
sinirliydi.
“Kimse dinlemen gerektiğini söylemedi.” Diye mırıldandı Jacob, meydan okuyarak ama yine de
biraz utanmışdı. “Kafamdan çık.”
“Keşke çıkabilsem. Küçük fantazilerinin ne kadar gürültülü olduğunu tahmin edemezsin. Sanki
bana bağırarak anlatıyormuşsun gibi.”
“Sessiz olmaya çalışırım.” Diye fısıldadı Jacob alay ederek.
Kısa bir sessizlik oldu.
“Evet.” Edward söylenmemiş bir düşünceye öyle kısık sesli bir mırıltıyla cevap verdi ki zorla
çıkardım. “Onu da kıskanıyorum.”
“O şekilde olduğunu anlamıştım.” Diye fısıldadı Jacob kendini beğenmişçe. “Sahayı biraz
eşitliyor gibi, öyle değil mi?”
Edward kıkırdadı. “Sadece rüyanda.”
“Biliyorsun, hala fikrini değiştirebilir.” Diye Jacob sataştı ona. “Onunla senin yapamayacağın
ama benim yapabileceğim her şeyi düşünürsek. En azından onu öldürmeden, tabii.”
“Uyu, Jacob.” Diye mırıldandı Edward. “Sinirime dokunmaya başlıyorsun.”
“Sanırım uyuyacağım. Gerçekten çok rahatım.”
Edward cevap vermedi.
Sanki ben orada değilmişim gibi konuşmayı kesmelerini söyleyebilmek için fazla baygındım.
Konuşma benim için rüya gibi bir boyutta gerçekleşmişti, ve gerçekten uyanık olduğumdan
emin değildim.
“Belki yaparım.” Dedi Edward birkaç dakika sonra duymadığım bir soruya cevap vererek.
“Ama dürüst olur musun?”
“Her zaman sorup görebilirsin.” Edward’ın ses tonu bir espriyi kaçırmışım gibi hissettirdi.
“Peki, sen benim kafamın içini görebiliyorsun – bu gece benim de seninkinin içini görmeme izin
ver, en adili bu.” dedi Jacob.
“Kafan sorularla dolu. Hangisini yanıtlamamı istiyorsun?”
“Kıskançlık... İçin içini yiyor olmalı. Göründüğün kadar kendinden emin olamazsın. Tabii
hiçbir duygu barındırmıyorsan.”
“Tabii ki yiyor,” diye onayladı Edward, artık eğleniyor gibi değildi. “Şu anda o kadar kötü ki,
sesimi zar zor kontrol edebiliyorum. Elbette, benden uzakta senin yanındayken ve onu
göremezken çok daha kötü.”
“Her an onu düşünüyor musun?” diye fısıldadı Jacob. “Seninle değilken konsantre olmak zor
oluyor mu?”
“Evet ve hayır,” dedi Edward; soruyu dürüstçe yanıtlamaya kararlı gibiydi. “Benim aklım
seninkiyle aynı şekilde çalışmıyor. Aynı anda bir çok şeyi düşünebilirim. Tabii ki ben her
zaman onu düşünüyorum, sessiz ve düşünceli olduğunda acaba aklı nerede diye merak
ediyorum.”
İkisi de bir süre sessiz kaldı.
“Evet, ara ara seni düşündüğünü tahmin ediyorum.” Jacob’ın düşüncelerine mırıltıyla cevap
verdi. “İsteyebileceğimden daha sık. Mutsuz olmandan endişeleniyor. Bunu bilmediğinden
değil. Bunu kullanmadığından değil.”
“Elimde ne varsa kullanmak zorundayım,” diye mırıldandı Jacob. “Senin sahip olduğun
avantajlara sahip değilim – sana aşık olduğunu bilmek gibi avantajlar.”
“Evet o kısım yardımcı oluyor,” diye onayladı Edward yumuşak bir tonla.
Jacob meydan okudu. “Bana da aşık, biliyorsun.”
Edward cevap vermedi.
Jacob içini çekti. “Ama o bunu bilmiyor.”
“Haklı mısın bilemiyorum.”
“Bu seni rahatsız ediyor mu? Onun da ne düşündüğünü görebilmeyi diler miydin?”
“Evet... ve hayır yine. Böyle olmasını daha çok seviyor, ve her ne kadar arada beni çıldırtsa da,
mutlu olmasını tercih ederim.”
Rüzgar çadırın etrafını deprem olmuşçasına sallayarak yardı. Jacob bana sardığı kollarını
koruyucu bir şekilde daha da sıktı.
“Teşekkür ederim.” diye fısıldadı Edward. “Kulağa tuhaf gelebilir, ama sanırım burada
olmandan memnunun, Jacob.”
“Yani ‘her ne kadar seni öldürmek istesem de, onu sıcak tuttuğun için memnunum’ demek
istiyorsun, yanılıyor muyum?”
“Rahatsız edici bir ateşkes, değil mi?”
Jacob’ın fısıltısı birden kendini beğenmiş bir tona büründü. “Senin de en az benim kadar
delicesine kıskanç olduğunu biliyordum.”
“Bunu senin gibi alnıma yazarak dolaşacak kadar da aptal değilim. Senin davana da yardımı
dokunmuyor, biliyorsun.”
“Sen benden daha sabırlısın.”
“Öyle olmalıyım. Bunu kazanmak için bir yüz yılım oldu. Onu bekleyerek geçen bir yüz yıl.”
“Peki... hangi noktada pek sabırlı iyi adam rolünü oynamaya karar verdin?”
“Onu seçmeye zorlamanın ona ne kadar acı çektirdiğini gördüğümde. Normalde kontrol etmesi
bu kadar zor değil. Çoğu zaman oldukça kolay bir şekilde içime atabiliyorum... yani senin için
beslediğim o daha az medeni hisleri. Bazen içimi görebiliyor gibi duruyor, ama emin
olamıyorum.
“Bence sen eğer onu gerçekten seçmeye zorlarsan seni seçmeyebilir diye endişeleniyordun.”
Edward hemen cevap vermedi. “Bir parçası öyleydi.” diye itiraf etti sonunda. “Ama sadece
küçük bir parçası. Hepimizin şüphelendiği zamanlar olur. Çoğu zaman endişelendiğim şey seni
görmek için gizlice kaçtığında kendini incitmesiydi. Sonunda seninleyken öyle ya da böyle
güvenli olduğunu – Bella ne kadar güvenli olabilirse tabii – kabul ettikten sonra en iyisinin onu
uç noktalara itmeyi kesmek olduğunu gördüm.
Jacob içini çekti. “Tüm bunları ona anlatırdım, ama bana asla inanmazdı.”
“Biliyorum.” Edward’ın sesi gülümsüyor gibi çıkmıştı.
“Her şeyi bildiğini sanıyorsun,” diye mırıldandı Jacob.
“Geleceği bilmiyorum.” dedi Edward, birden sesi kendinden emin halini kaybetti.
Uzun bir duraklama oldu.
“Eğer fikrini değiştirse ne yapardın?” diye sordu Jacob.
“Onu da bilmiyorum.”
Jacob sessizce kıkırdadı. “Beni öldürmeye çalışır mıydın?” Yine alaycıydı, Edward’ın bunu
yapabileceğinden şüphe duyarmış gibi.
“Hayır.”
“Neden?” Jacob’ın ses tonu hala eğleniyormuş gibiydi.
“Gerçekten onu bu şekilde üzebileceğimi düşünüyor musun?”
Jacob bir saniye tereddüt etti, ama sonra içini çekti. “Evet, haklısın. Bunun doğru olduğunu
biliyorum. Ama bazen...”
“Bazen bu ilgi çekici bir fikir.”
“Jacob kahkasını bastırabilmek için yüzünü uyku tulumuna gömdü. “Aynen öyle,” diye
sonunda ona katıldı.
Ne kadar tuhaf bir rüyaydı bu. Acaba tüm bu fısıltıları bu acımasız rüzgar mı hayal etmeme
sebep oldu diye merak ettim. Gerçi rüzgar fısıldamaktansa çığlık atıyordu...
“Nasıl bir şey? Onu kaybetmek?” diye sordu Jacob uzunca bir süre sonra, ve birdenbire boğuk
çıkan sesinde hiçbir alay belirtisi yoktu. “Ne zaman onu sonsuza dek kaybettiğini düşündün?
Bununla nasıl... başa çıktın?”
“Bu konuda konuşmak benim için çok zor.”
Jacob bekledi.
“Bunu düşündüğüm iki zaman oldu.” Edward her kelimeyi normalden daha yavaş dile getirdi.
“İlkinde, onu terk edebileceğimi düşündüğümde... bu... neredeyse katlanılabilirdi. Çünkü beni
unutabileceğini düşündüm ve böylece onun hayatına hiç dokunmamışım gibi olacaktım. Altı ay
boyunca uzak durmayı, bir daha asla hayatına karışmayacağıma dair sözümü tutmayı başardım.
Yaklaşıyordu – savaşıyordum ama kazanamayacağımı biliyordum: dönecektim... ama sadece
onu kontrol etmek için. En azından kendi kendime söylediğim şey buydu. Ve eğer onu makul
derecede mutlu olarak bulursam... tekrar uzaklaşabileceğimi düşünmekten memnunum.
“Ama mutlu değildi. Ve kaldım. Elbette, beni yarın onunla kalmam için de aynı bu şekilde ikna
etti. Daha önce merak ediyordun bunu, beni neyin motive edebildiğini... onun gereksiz bir
şekilde suçlu hissettiği şeydi bu. Onu terk ettiğimde o zamanlar bunun ona neler hissettirdiğini
– hala onu terk edersem neler hissettirebileceğini – hatırlattı bana. Bu konuyu açmak onu
korkunç hissettiriyor ama haklı. Onu terk etmemi hiçbir zaman telafi edemeyeceğim ama ben
yine de denemekten vazgeçmeyeceğim.”
Jacob bir süre cevap vermedi. Fırtınayı dinliyor ya da az önce duyduklarını hazmetmeye
çalışıyordu, hangisi olduğunu bilmiyordum.
“Ve öteki zaman – onun öldüğünü sandığın zaman?” Jacob kabaca sordu.
“Evet.” Edward farklı bir soruya cevap verdi. “Muhtemelen sana da öyle hissettirecek, öyle
değil mi? Bizi algılayış şekline bakarsak, onu bir daha Bella olarak göremeyeceksin. Ama
olacağı kişi o.”
“Sorduğum o değildi.”
Edward’ın cevabı hızlı ver sertti. “Nasıl hissettirdiğini sana anlatamam. Uygun kelime yok.”
Jacob’ın etrafımdaki elleri esnedi.
“Ama onu terk ettin çünkü onu bir kan emici yapmak istemedin. Onun insan olmasını
istiyorsun.”
Edward yavaşça konuştu. “Jacob, ona aşık olduğumu fark ettiğim saniye, sadece dört ihtimal
olduğunu biliyordum. İlk alternatif, Bella için en iyisi olan, benim için bu kadar güçlü duygular
beslememesi – beni unutabilmesi ve hayatına devam edebilmesiydi. Benim ona karşı
hissettiklerimi asla değiştiremese de, bunu kabul edebilirdim. Sen beni bir... yaşayan bir taş –
sert ve soğuk – olarak düşünüyorsun. Bu doğru. Bizler başından beri hep aynı, olduğumuz
gibiyizdir ve gerçek bir değişim yaşamamız bizim için çok nadirdir. Ve yaşadığımızda da,
Bella’nın hayatıma girmesi gibi, bu kalıcı bir değişimdir. Geri dönüş yoktur...
“İkinci alternatif, en başında seçtiğim, onun insan yaşamı boyunca yanında kalmaktı. Onun için
iyi bir seçenek değildi, onunla beraber insan olamayacak biriyle hayatını harcamak, ama bu en
kolay yüzleşebildiğim alternatifti. O öldüğünde benim de ölmek için bir yol bulacağımı
başından beri biliyordum. Altmış yıl, yetmiş yıl – bana çok ama çok kısa bir zaman gibi
gelmişti... Ama sonra, benim dünyama bu kadar yakın bir mesafede yaşamasının onun için çok
tehlikeli olduğu anlaşıldı. Yanlış gidebilecek her şey yanlış gitti. Ya da her şey üstümüzdeydi...
yanlış gitmeyi bekliyordu. O insanken onun yanında kalırsam o altmış yıla da sahip
olamayacağımdan korktum.
“Böylece üçüncü seçeneği seçtim. Ki bu da bildiğin gibi, çok uzun hayatımda yaptığım en kötü
yanlış olduğu ortaya çıktı. Onu birinci alternatife zorlayarak onun dünyasından kendimi
çıkarmayı seçtim. İşe yaramadı ve neredeyse ikimiz de ölüyorduk.
“Dördüncü alternatiften başka elimde ne kaldı? İstediği bu – en azından, istediğini düşünüyor.
Sürekli ertelemeye çalıştım, fikrini değiştirmek için sebep bulabilmesi için zaman tanıdım, ama
o çok.. inatçı. Bunu biliyorsun.Birkaç ay daha uzatabilirsem şanslı olurum. yaşlanma korkusu
var ve doğum günü Eylül ayında...”
“İlk seçeneği sevdim.” Jacob mırıldandı.
Edward cevap vermedi.
“Aslında bunu kabul etmekten ne kadar nefret ettiğimi çok iyi biliyorsun,” diye fısıldadı Jacob
yavaşça. “ama görüyorum ki onu gerçekten seviyorsun… kendine göre. Artık bu konuda
seninle tartışamam.
“Bunu göz önüne alırsak, bence henüz birinci alternatiften vazeçmemelisin. Bence çok büyük
ihtimalle iyi olacaktır. Zaman geçtikçe. Biliyor musun, eğer Mart ayında o yamaçtan
atlamasaydı... ve onu kontrol etmek için bir altı ay daha bekleseydin... Şey, onu makul
derecede mutlu bulabilirdin. Bir planım vardı.”
Edward kıkırdadı. “Belki işe yarayabilirdi. İyi düşünülmüş bir plandı.”
“Evet.” Jake içini çekti. “Ama...,” birdenbire öyle hızlı fısıldamaya başladı ki kelimeler
birbirine dolandı. “Bana bir yıl ver, kan – Edward. Onu mutlu edebileceğime gerçekten
inanıyorum. İnatçı, bunu kimse benden daha iyi bilemez, ama iyileşme yetisine sahip. Daha
önce de iyileşebilirdi. Ve insan olabilir, Charlie ve Renée ile birlikte, ve yaşlanabilir, çocukları
olabilir ve... Bella olabilir.
“Bu planın avantajlarını görecek kadar seviyorsun onu. Senin oldukça özverili olduğunu
düşünüyor... gerçekten öyle misin? Benim onun için senden daha iyi olabileceğim fikrini
düşünebilir misin?”
“Düşündüm,” Edward alçak sesle yanıtladı. “Bazı yönlerden, sen onun için başka insanlardan
daha uygunsun. Bella’ya ona bakabilecek biri lazım, ve sen de onu kendisinden ve ona karşı
komplo kuran her şeye karşı koruyabilecek kadar güçlüsün. Daha önce de yaptın, ve sana
bunun için yaşadığım sürece – sonsuza dek – borçlu olacağım, hangisi önce gelirse...
“Hatta bunu Alice’e bile sordum – seninle mi daha mutlu olur baktırdım. Göremedi, tabii ki.
Seni göremiyor, hem sonra Bella kendi izlediği yoldan emin, şimdilik.
“Ama ben de daha önce yaptığım yanlışların aynısını yapacak kadar aptal değilim, Jacob. Onu
tekrar birinci alternatifi seçsin diye zorlamayacağım. Beni istediği sürece buradayım.
“Ve eğer beni istediğine kadar verirse?” Jacob meydan okudu. “Tamam, uzak bir ihtimal, itiraf
ediyorum.”
“Gitmesine izin verirdim.”
“Sadece o kadar?”
“Bunun benim için ne kadar zor olduğunu hiçbir zaman göstermeme şartıyla, evet. Ama
yakından takip ederdim. Görüyorsun Jacob, onu bir gün terk edebilirsin. Sam ve Emily gibi,
başka bir seçeneğin olmazdı. Ben de her zaman hemen dışarda bekleyip, öyle bir şeyin olmasını
umardım.”
Jacob sessizce homurdandı. “Şey, beklediğimden daha dürüst oldun... Edward. Kafanın içine
girmeme izin verdiğin için teşekkürler.”
“Dediğim gibi, bu gece buradaki varlığın için tuhaf bir şekilde minnettarım. En azından bunu
yapmalıydım... Biliyor musun, Jacob, eğer doğal düşmanlar olmamız gibi bir gerçek söz
konusu olmasaydı ve aynı zamanda varoluş sebebimi elimden almaya çalışıyor olmasaydın, seni
aslında sevebilirdim.”
“Belki... eğer sen, sevdiğim kızın yaşamını emme planları yapan iğrenç bir vampir olmasaydın...
şey, hayır, o zaman bile olmaz.”
Edward kıkırdadı.
“Sana bir şey sorabilir miyim?” diye sordu Edward bir süre sonra.
“Neden sormak zorundasın ki?”
“Sadece eğer onu düşünürsen duyabilirim. Sadece, geçen gün Bella’nın bana anlatmaya
gönülsüz olduğu bir hikaye hakkında. Üçüncü eş ile ilgili bir şey...?”
“Ne olmuş ona?”
Edward cevap vermedi, hikayeyi Jacob’ın kafasından dinliyordu. Karanlıkta alçak sesli
tıslamasını duydum.
“Ne?” Jacob yine ısrar etti.
“Tabii ki.” Edward köpürdü. “Tabii ki! Yaşlılarınızın o hikayeyi kendilerine saklamalarını
tercih ederdim, Jacob.”
“Sülüklerin kötü adam olarak resmedilmesini sevmiyor musun?” diye alay etti Jacob.
“Biliyorsun ki öyleler. O zaman da öyleydiler ve şimdi de.”
“O kısım umurumda bile değil. Bella’nın kendisini hangi karakterle özdeşleştirdiğini tahmin
edemiyor musun?”
Jacob bir süre düşündü. “Ah. Iyy. Üçüncü eş. Tamam, demek istediğini anladım.”
“Açıklıkta, orada olmak istiyor. Yapabileceği ne varsa yapmak, onun da dediği gibi.” İçini
çekti. “Yarın onunla birliklte kalmam için ikinci sebep de o. İstediği bir şey söz konusu
olduğunda oldukça yaratıcı.”
“Biliyor musun, ona bu fikri veren hikaye olduğu kadar senin asker kardeşindi.”
“İki tarafında kötü niyeti yoktu.” Edward fısıldadı, artık uzlaşmacıydı.
“Ve bu küçük ateşkes ne zaman sona eriyor?” diye sordu Jacob. “İlk ışıkla mı? Ya da savaştan
sonraya kadar bekleyecek miyiz?”
İkisinin de bunu gözden geçirdiği bir duraklama oldu.
“İlk ışıkla,” diye fısıldadılar birlikte, sonra sessizce güldüler.
“İyi uykular, Jacob.” Edward mırıldandı. “Bu anın tadını çıkar.”
Sonra tekrar sessizlik oldu, ve çadır birkaç dakika sakin durdu. Rüzgar bizi dümdüz etmemeye
karar vermiş gibiydi ve savaşmaktan vazgeçiyordu.
Edward yavaşça inledi. “O kadar da kelime anlamıyla tadını çıkar demek istememiştim.”
“Üzgünüm.” Jacob fısıldadı. “Çıkabilirsin, biliyorsun – bizi biraz yalnız bırakabilirsin.”
“Uyumana yardım etmemi ister misin, Jacob?” diye önerdi Edward.
“Deneyebilirsin,” dedi Jacob, tasasızca. “Kimin çekip gideceğini görmek ilginç olurdu, değil
mi?”
“Beni fazla tahrik etme, kurt. Sabrım o kadar sınırsız değil.”
Jacob fısıltıyla güldü. “Şu anda hareket etmemeyi tercih ederim, kusura bakmazsan.”
Edward kendi kendine bir şarkı mırıldanmaya başladı, normalden daha yüksek sesle – Jacob’ın
düşüncelerini bastırmaya çalışıyordu. Ama mırıldandığı benim ninnimdi, ve bu fısıltılı rüyaya
karşı duyduğum giderek büyüyen rahatsızlığıma karşın, bilinçsizliğe doğru yavaş yavaş
kaydım... daha mantıklı gelen rüyalara doğru...


Alıntı*
AshRob
AshRob
Yeni Doğan
Yeni Doğan

Mesaj Sayısı : 572
Reputation : 5
Kayıt tarihi : 11/07/10
Yaş : 27
Nerden : yalova

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz