Twilight
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 2. Bölüm (Açık Kitap)

Aşağa gitmek

Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 2. Bölüm (Açık Kitap)  Empty Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 2. Bölüm (Açık Kitap)

Mesaj tarafından Admin Çarş. Tem. 14, 2010 6:28 pm

2.AÇIK KİTAP

Bir sonraki gün daha iyidi..ve daha kötü.
Daha iyiydi,çünkü her ne kadar bulutlar yoğun ve dolu olsa da,henüz
yağmur yağmaya başlamamıştı.Daha kolaydı,çünkü o günden ne
bekleyeceğimi biliyordum.İngilizce dersinde Mike yanıma oturdu ve diğer
sınıfıma giderken bana eşlik etti,bu süre boyunca Santranç Kulübü'ndeli
Eric ona bakıyordu,bu gurur vericiydi.İnsanlar bana baktıkları kadar çok
bakmıyorlardı.İçinde Mike,Eric,Jessica ve artık yüzlerini ve adlarını
hatırlamaya başladığım birkaç kişinin
daha olduğu büyük bir grupla birlikte öğle yemeği yedim.Boğulmak yerine
suyun üzerinde yürüyormuşum gibi hissediyordum.

Daha kötüydü,çünkü yorgundum ve evin etrafında uğuldayan rüzgara
alışamamıştım.Daha kötüydü,çünkü Bay Varner trigonometri dersinde elimi
kaldırmadığım halde beni tahtaya çağırmıştı ve ben de yalnış cevap
vermiştim.Çok daha kötüydü,çünkü voleybol oynamak zorunda kalmış,topun
yolundan çekilmemiş ve toğun takım arkadaşımın kafasına çarpmasına
neden olmuştum.Ayrıca daha da kötüydü,çünkü Edward Cullen okulda
değildi.


Bütün bir sabah boyunca öğle yemeği saatinin gelmesinden,onun o tuhaf
bakışlarından korkuyordum.Bir yanım onunla yüzleşmek ve sorununun ne
olduğunu öğrenmek istiyordu.Yatağımda uykusuz yatarken ne söyleyeceğimi
bile planlamıştım.Kendimi,böyle bir şeye cesaret edemeyeceğimi bilecek
kadar iyi tanıyordum.Korkak bir aslanı bir canavar gibi göstermeye
çalışıyordum.
Ama Jessica'yla kafeteryaya doğru yürüdüğümüzde -her ne kadar etrafa
göz atmamayı beceremesem de- aynı masada oturan kardeşlerini
gördüm,içlerinde o yoktu.
Mike yolumuzu keserek bizi kendi masasına yönlendirdi.Jessica bu ilgi
karşısında mutlu oldu ve arkadaşları da hemen bize katıldı.Onların
sohbetlerini dinlemeye çalıştım,çok rahatsızdım,onun geleceği zamanı
gergin bir şekilde bekliyordum.Geldiğinde beni umursamamasını ve
böylelikle şüphelerimin yersiz olduğunu kanıtlamasını
umuyordum.
Gelmedi ve zaman geçtikçe ben daha da gerildim.
Öğle yemeğinin sonuna kadar gelmeyince,kendimi güvenerek biyoloji
sınıfına doğru yürümeye başladım.Bir köpek kadar sadık olan Mike,benimle
sınıfa kadar yürüdü.Kapıda nefesimi tuttum ama Edward Cullen sınıfta da
değildi.Nefesimi bıraktım ve yerime geçtim.Mike önümüzdeki günlerde
yapılacak olan kumsal gezisinden bahsederek beni takip etti.Zili çalana
kadar masamın yanında oyalandı.Bana istekli bir şekilde gülümsedi ve
telleri olan ve saçları kötü permalı bir kızın yanına oturdu.Mike'la
ilgili bir şeyler yapmak zorunda kalacak gibi görünüyodum ve bu kolay
olmayacaktı.Herkesin birbirinin üzerinde yaşadığı böyle bir kasabada
diploması şarttı.Hiçbir zaman çok anlayışlık biri olmamıştım,fazla
arkadaş canlısı erkeklerle nasıl başa çıkıldığını da bilmiyorudum.
Yanımda Edward'ın olmadığı,kendime ait bir masamın olması içimi
rahatlatmıştı.Bunu kendime tekrar tekrar söyledim.Onun burada
olamamasının sebebinin ben olduğuma dair,beni rahat bırakmayan bu
şüpheden kurtulmaya çalışıyordum.Birini bu kadar etkileyebileceğimi
düşünmek çok saçma ve bencilceydi.Bu imkansızdı.Ama bunun doğru olduğunu
düşünmek beni endişelendiriyordu.

Sonunda okul günü bitip,voleybol olayı yüzünden kızaran yüzüm yavaş
yavaş eski haline döndüğünde hemen kot pantolonumu ve mavi süveterimi
giydim.Kızların soyunma odasından aceleyle çıktığımda,sadık arkadaşımdan
paçayı sıyırdığımı düşünüyordum.Hızlıca arabamın yanına doğru yürümeye
başladım.Park yeri okuldan çıkan öğrencilerle dolup taşmıştı.Kamyonetime
bindim ve ihtiyacım olan şeyi bulmak için çantamı karıştırdım.


Dün akşam Charlie'nin yağda yumurta ve pastırma dışında birşeyler
pişiremediğini keşfetmiştim.Bu yüzden burada kaldığım sürece mutfakla
ilgilenebileceğimi söylemiştim.Bu fikrimi bana yemek salonunun
anahtarlarını verecek kadar çok beğenmişti.Evde yiyecek hiçbi şey
olmadığını da fark etmiştim.Bu yüzden alışveriş listemi ve
üzerinde "yemek parası"yazan kavanozdan para alıp Thriftway'ın yolunu
tuttum.
Kafalarını bana doğrum çeviren insanların umursamayarak kulakları sağır
eden motoru çalıştırdım ve park yerinden çıkmak için sıraya girmiş
arabaların arkasına karıştım.Beklerken bu kulak tırmalayıcı ses başka
bir arabadan geliyormuş gibi yapıyordum,bu sırada arabalarına binmekte
olan Cullen'ları ve Hale ikizlerini gördüm.Gıcır gıcır Volvo onlarındı
demek.Tabii ki.Yüzlerine o kadar takılmıştım ki,kıyafetlerine daha önce
hiç dikkat etmemiştim.Şimdi baktığımda gördüm ki her biri gayet iyi
giyimliydiler,bunlar sadece kıyafetkerdi ama bir tasarımcının elinden
çıktıkları belliydi.Kayda değer güzellikleriyle,kendi tarzlarıyla
bulaşık bezi bile giyseler yakışırdı.Hem iyi görünüme hemde paraya sahip
olmak onlar için fazlaymış gibi geliyordu.Ama anladığım kadarıyla hayat
çoğu zaman böyleydi.
Ama burada kabul edilmelerini sağlamıyordu.

Hayır,aslında buna tam olarak katılmıyordum.Kendilerini soyutlamak
onların tercihiydi,bu kadar güzelliğe açılmayacak bir kapı bilmiyordum.


Yanlarından geçerken diğer herkesin yaptığı gibi gürültülü kamyonetime
baktılar.Gözlerimi dikmiş önüme bakıyordum,okul sınırlarından
uzaklaştığımda kendimi daha iyi hissetmeye başladım.,
Thriftway okuldan çok uzak değildi,sadece birkaç cadde güneyde,otoyolun
kenarındaydı.Süpermarketin içinde olmak çok güzeldi,kendimi normal
hissediyordum.Eskiden evde de alışverişi ben yapardım ve burada da bu
görevi zevkle üstlenmiştim.Süpermarket,çatıya vuran ve nerede olduğumu
hatırlamamı sağlayan yağmur damlalarını duyamayacağım kadar büyüktü.
Eve geldiğimde,aldıklarımı kamyonetten boşalttım ve boş bulduğum
yerlere koydum.Umarım Charlie umursamazdı.Patatesleri pişirme kağıdına
sardım ve fırına koydum,eti de terbiye edip buzdolabındaki bir karton
yumurtanın üzerine dikkatli bir şekilde yerleştirdim.

Bitirdiğimde çantamı yukarı çıkardım.Ödevime başlamadan önce üzerime
kuru bir kazak giydim,saçımı atkuyruğu yaptım ve geldiğimden beri ilk
defa e-postamı kontrol ettim.Üç mesajım vardı.


"Bella" demişti annem.

Bunu alır almaz bana cevap yaz.Bana yolculuğunun nasıl geçtiğini
anlat.Orada yağmur yağıyor mu?Seni şimdiden özledim.Florida için
bavullarımı toplamayı bitirdim ama pembe bluzumu bulamıyorum.Onu nereye
koyduğumu biliyor musun? Phil sana selam söylüyor.


Annen.

Bir iç geçirdim ve diğerini okumaya başladım.İlkenden sekiz saat sonra
gönderilmişti.



"Bella" demişti.


Neden bana bir mesaj atmadın?Neyi bekliyorsun?
Annen

Sonuncu bu sabah gönderilmişti



Isabella


Eğer bugün saat 17:30'a kadar senden haber alamazsam Charlie'yi
arayacağım.

Saate baktım.Hala bir saatim daha vardı,ama annem ortalığı telaşa
vermesiyle tanınırdı.



Anne,


Sakin ol.Birazdan yazacağım.Saçma birşey yapma.
Bella.

Bunu yolladım ve tekrar yazmaya başladım.



Anne,


Herşey çok güzeliTabii ki yağmur yağıyor.Hakkında yazabilecepşm
birşeyler olmasını bekliyordum.Okul fena değil,sadece biraz tekrar
yapıyorum
Öğle yemeklerinde benimle oturan çocuklarla tanıştım.
Bluzun kuru temizlemecide,cuma günü alman gerekiyordu.
Charlie bana bir kamyonet almış,buna inanabiliyor musun?
Ona bayıldım.Biraz eski ama çok sağlam,biliyorsun bu benim için çok iyi.
Bende seni çok özledim.En yakın zamanda tekrar yazacağım ama her beş
dakikada bir e-postamı kontrol edemem.Rahatla,derin bir nefes al.
Seni Seviyorum.
Bella.

Eğlence olsun diye şu anda İngilizce dersinde okuduğumuz Uğultulu
Tepeler'i okumaya karar verdim.Charlie eve geldiğinde hala
okuyordum.Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım,patatesleri fırından
çıkarmak ve eti ızgaraya koymak için koşa koşa aşağıya indim.


"Bella?"dedi babam merdivenlerdeki sesi duyuca.
Başka kim olacaktı? diye düşündüm.
"Merhaba baba! Eve hoşgeldin."
"Sağol."Ben mutfağa koştururken o da silah kemerini asıp botlarını
çıkardı.Anladığım kadarıyla,silahını görevdeyken hiç kullanmıyordu ama
onu her zaman hazırda bulunduruyordu.Çocukken buraya geldiğimde kapıdan
içeri girer girmez mermileri kaldırırdı.Sanırım artık beni kazara
kendimi vuracak kadar küçük ya da bile bile vuracak kadar depresyonda
görmüyordu.

"Yemekte ne var?" diye sordu dikkatle.Annem çok yaratıcı bir aşcıydı ve
onun denediği her yemek yenilebilir değildi.Hem şaşırmıştım hemde
üzülmüştüm,demek o kadar eskiyi hatırlıyordu.


"Et ve patates."diye cevap verdim,içi rahatlamış görünüyordu.
Mutfakta durup hiçbirşey yapmadığı için kendini garip hissediyordu,ben
yemeği hazırlarken o da salona geçip televizon izlemeye başladı.
Böylelikle ikimiz de daha rahat olacaktık.Etler pişerken salata yapıp
sofrayı kurdum. Yemek hazır olduğunda ona seslendim,odaya girerken
halinden memnun bir şekilde havayı kokluyordu.
"Çok güzel kokuyor Bell."
"Teşekkürler."
Birkaç dakika sessiz bir şekilde yemeklerimizi yedik.Bu hiç de rahatsız
edici bir durum değildi.Hiçbirimiz sessizlikten yakınmıyorduk.Birçok
açıdan,birlikte yaşamak için birbirimize çok uygundukç

"Okul nasıl gidiyor?Yeni arkadaşlar edinebildin mi?"diye sordu.


"Jessica diye bir kızla birkaç tane ortak dersimiz var.Öğle yemeğinde
arkadaşlarla oturuyorum.Bir de Mike diye bir çocuk var,çok
arkadaş canlısı.Herkes oldukça nazik görünüyor."Tabii biri hariç.

"O,Mike Newton olmalı.İyi bir çocuk,iyi bir aile.Babası kasabanın hemen
dışındaki spor malzemeleri satan mağazanın sahibi.Buraya


gelen sırt çantalı insanlardan iyi para kazanıyor."
"Cullen ailesini tanıyor musun?"diye sordum tereddütle.
"Doktor Cullen'ın ailesimi?Tabi ki.Doktor Cullen harika bir adamdır."
"Onlar..Çocuklar..biraz farklılar.Okula pek uyum sağlamış gibi
görünmüyorlar."
Charlie bana öfkeyle bakarak beni çok şaşırttı.
"Bu kasabadaki insanlar.."diye söylendi."Dr. Cullen dünyadaki herhangi
bir yerde çalışıp burada kazandığı paranın on katı kadar para
kazanabilecek mükemmel bir cerrah."diye devam etti sesini
yükselterek."Böyle bir adama sahip olduğumuz-daha doğrusu karısı küçük
bir kasabada yaşamak istediği için şanslıyız.O halkın hazinesidir ve
çocukların hepsi çok iyi huylu ve kibar çocuklardır.Tüm o evlat
edindikleri çocuklarla buraya ilk taşındıklarında bazı şüphelerim
vardı.Onlarla sorunlar yaşayabileceğimizi dünüşüyordum.Ama çocukların
hepsi çok olgun,şimdiye kadar hiçbiriyle en ufak sorun
yaşamadım.Nesillerdir bu kasabada yaşayan insanların çocukları için
söyleyebileceğimden çok daha fazlasını bu çocuklar için
söyleyebileceğimden çok daha fazlasını bu çocuklar için
söyleyebilirim.Bir aile gibi birbilerine bağlılar,hafta sonlarında kamp
gezileri bile yaparlar...Yeni geldikleri için insanlar onlarla ilgili
konuşuyor."

Bu,Charlie'den duyduğum en uzun konuşmaydı.İnsanlar her ne diyorsa
bundan rahatsız olmuş gibiydi.


Hemen lafımı değiştirdim."Bana da iyi çocuklarmış gibi geldi.Sadece
biraz içine kapanıklar.Hepsi çok güzel ve çok alımlı"dedim iltifar
etmeye
çalışarak.
"Sen birde doktoru görmelisin."dedi Charlie gülerek."İyi ki mutlu bir
evliliği var.Hastanedeki birçok hemşire o etraftayken işlerine
odaklanamıyorlar."
Yemeğimizi bitirirken tekrar sessizliğe gömüldük.Ben bulaşıkları
yıkamaya başlarken oda masayı topladı.O televizyonun başına döndü,ben de
bulaşıkları elimde yıkadıkran sonra- çünkü bulaşık makinesi
yoktu-İsteksizce matematik ödevimi yapmak için yukarıya çıktım.

O gece sessizdi.Hemen uykuya daldım.çok yorulmuştum.


Haftanın geri kalanı olaysız geçti.Derslerimin düzenine alıştım.Cuma
gününe kadar hepsinin isimlerini bilmesem bile,neredeyse okuldaki herkes
bana tanıdık geliyordu.Beden eğitimi dersinde takımımdakiler bana top
atmamayı,diğer takım benim zayıflığım üzerinden bir hamle yapmaya
kalktığında hemen önüme geçmeyi öğrendiler.Seve seve yollarından
çekildim.

Edward Cullen okula dönmedi.



Her gün tedirgin bir şekilde,Cullen'ların hepsi kafeteryaya onsuz
girene kadar bekliyordum.Sonra rahatlıyor ve öğşe yemeği sohbetine ben
de katılıyordum.Sohbetlerimiz genelde,Mike'ın iki hafta içinde La Push
Okyanus Parkı'na düzenleyeceği geziyle ilgili oluyordu.Bende davet
edilmiştim ve kibarlıktan çok,gitmek istediğim için bunu kabul
etmiştim.Kumsal sıcak ve kuru olmalıydı.



Cuma günü biyoloji dersine girerken çok rahattım,artık Edward'n gelip
gelmeyeceğiyle ilgili endişelenmiyordum.Bildiğim kadarıyla okulu
bırakmıştı.Onu düşünmemeye çalışıyordum ama onun bu temelli
gidişinden,her ne kadar saçma da olsa kendimi sorumlu tutuyordum.


Forks'taki ilk hafta sonum olaysız geçti.Genellikle boş olan evde zaman
geçirmeye alışkın olmayan Charlie hafta sonunun büyük bir kısmında
çalıştı.Ben evi temizledim,ödevlerimi yaptım ve anneme daha neşeli bir
e-posta attım.Cumartesi günü arabayla kütüphaneye gittim ama o kadar az
kitap vardı ki kart çıkartmaya zahmet bile etmedim,yakın bir zamanda
daha iyi bir kitapçu bulmak için Olympia'ya ya da Seattle'a gitmem
gerekiyordu.Aylak aylak,kamyonetin şimdiye kadar kaç mill yapmış
olduğunu düşündüm..ve bu düşünceyle ürperdim.
Hafta sonu boyunca yağmur sağanak şeklinde yapmadı,etraf sessiz
oluyordu ve ben de uyuyabiliyordum.

pazartesi sabahı insanlar beni park yerinde selamladılar.Hepsinin adını
bilmiyordum ama herkese el sallayıp gülümsedim.Bu sabah hava daha
soğuktu ama neyse ki yağmur yağmıyordu.İngilizce dersinde Mike her
zamanki gibi yanımdaki yerini aldı.Uğultulu Tepeler'den kısa bir sınav
olduk.Sorular çok açık ve basitti.



Bu noktaya kadar düşündüğümde,kendimi tahminimden çok daha rahat
hissediyordum.



Sınıftan dışarı çıktığımızda hava uçuşan beyaz şeylerle
kaplıydı.Heyecanla birbirlerine bağıran insanları duyabiliyordum.Rüzgar
yanaklarımı ve burnumu acıtıyordu.


"Hey!"dedi Mike."Kar yağıyor."
Kaldırımda biriken ve gözlerimin önünden süzülen pamuk zerreciklerine
baktım.
"Iyy." Kar.Güzel bir günüm mahvoldu.
Şaşkınlıkla bana baktı."Kar sevmez misin?"
"Hayır.Kar,yağmur için fazla soğuk demek."Bu çok açıktı.
"Ayrıca ben her biti diğerinden farklı kar zerreciklerini hayal
ediyordum.Bunların hepsi kuş tüyüne benziyor."

"Daha önce karın yağdığını hiç görmedin mi?"diye sordu kulaklarına
inanamayarak.


"Tabii ki gördüm."Bir an duraksadım."Televizyonda."
Mike güldü,sonra sıkıştırılmış büyük bir kartopu tam kafasının arkasına
isabet etti.İkimiz de nereden geldiğini görmek iiçn döndük.Ben oradan
geçen,bize arkasını dönmüş Eric'ten şüpheleniyordum,diğer dersi için
ters tarafa gidiyordu.Mike da aynı şeyi düşünüyordu.Eğildi ve bir tomar
beyaz yığından kartopu yapmaya çalıştı.
"Seninle öğle yemeğinde görüşürüz tamam mı?"konuşurken
yürüyordum."İnsanlar birbirlerine böyle ıslak şeyler atmaya
başladıklarında ben içeri girerim."

Sadece başını salladı,gözleri uzaklaşmakta olan Eric'teydi.



Bütün sabah boyunca herkes karla ilgili konuştu,anlaşılan yeni yılın
ilk karıydı.Ben çenemi kapalı tuttum.Tabii ki çorapların içinde eriyene
kadar yağmurdan daha kuruydu.


İspanyolca dersinden sonra Jessica'yla birlite kafeteryaya
yürüdüm.Havada kartopları uçuşuyordu.Elimde her an kalkan yerine
kullanabileceğim bir dosya tutuyordum.Jessica benim eğlenceli biri
olduğumu düşünüyordu ama yüz ifademdeki bir şeyler onun bana kartopu
atmasını engelliyordu.

Biz kapıdan içeri girerken Mike başında eriyen karlarla bize
yetişti,gülüyordu.O ve Jessica yemek almak için girdiğimiz kuyrukta
kartopu savaşıyla ilgili heyecanlı heyecanlı konuşuyorlardı.Köşedeki
masaya alışkanlıktan baktım ve olduğum yerde donakaldım.Masada beş kişi
vardı.


Jessica kolumdan çekti.
"Bella?Ne yemek istiyorsun?"
Hemen gözlerimi kaçırdım,kulaklarımın kızardığını
hissediyordum.Utanmamı gerektiren hiçbir neden yok,diye hatırlattım
kendi kendime.Ben yalnış birşey yapmadım.
"Bella'nın nesi var?"diye sordu Mike Jessica'ya.
"Hiçbirşeyim yok."diye cevap verdim."Bugün sadece soda
alacağım."Sıranın sonuna doğru gittim.
"Aç değil misin?"diye sordu Jessica.
"Aslında kendimi biraz hasta hissediyorum"dedim gözlerimi yerden
kaldırmayarak.
Yemeklerini alırken onları bekledim,gözlerim yerde,onları masaya kadar
takip ettim.
Sodamı yavaş yavaş içiyordum,midem gurulduyordu.Mike gereksiz bir
şekilde iki defa kendimi nasıl hissettiğimi sordu.Ona hiçbir şeyim
olmadığın söyledim ama bu arada numara yapıp önümüzdeki ders için revire
gitmeli miyim diye düşünüyordum.
Bu çok saçmaydı.Kaçmak zorunda olmamalıydım.

Cullen ailesinin masasına bir kez bakmak için kendime izin verdim.Eğer
bana bakıyor olsaydı ben de biyoloji dersine girmeyecektim,ne kadar da
korkaktım.



Başımı aşağıda tuttum ve kaşlarımın altından baktım.Hiçbiri bu tarafa
doğru bakmıyordu.Başımı biraz kaldırdım.


Gülüyorlardı.Edward,Jasper ve Emmet'in saçları kardan bembeyaz
olmuştu.Alice ve Rosalie,Emmet saçlarını onlara doğru silkerlerken
geriye çekildiler.Diğer herkes gibi bu karlı günün tadını
çıkarıyorlardı,bizden tek farkları bir film sahnesinden fırlamış gibi
görünmeleriydi.
Ama bu kahkahaların ve coşkunun yanında ne olduğunu çıkaramadığım
farklı birşeyler vardı.En çok Edward'a dikkatle baktım.Teni daha az
solgundu,sanırım kartopu savaşından kaynaklanıyordu,ayrıca gözaltındaki
halkalar daha az belirgindi.Ama bunun dışında başka birşey daha
vardı.Gözlerimi ona dikip bu değişikliği anlamaya çalışıyordum.
"Bella,neye bakıyorsun sen?" dedi Jessica araya girerek,gözleri nereye
baktığımı takip ediyordu.

Başımı aşağıya çevirdim ve saçlarımın yüzümü kapatmasına izin
verdim.Gözlerimiz buluştuğu anda beni en son gördüğünde yaptığı gibi çok
sert ve düşmanca bakmamasına rağmen,emindim.Yine meraklı gözlerle bana
bakıyordu,bir şekilde tatmin olmamıştı.


Eward Cullen sana bakıyor.Jessice kırıldı.
Öfkeli görünüyor.değilmi? diye sordum olmadan.
Hayır.dedi,sorum onu şaşırtmıştı.Öfkelimi olmalı?Benden hoşlandığını
sanmıyorum.dedim.Hala midem bulanıyordu.Başımı koluma yasladım.
Cullen’lar kimseden hoşlanmazlar.Belkide kendileriden hoşlanacak
yeterince kişiyle karşılaşmadkları içindir.Ama hala sana bakıyor.
Ona bakma diye tısladım.
Jessica sırıttı ama başını çevirdi.Onu kontrol etmek için başımı
kaldırdım,Direnirseşiddet kullanmaya hazırdım.
O sırada Mike konuşmamızı böldü,okuldan sonra park yerinde kartopu
savaşı düzenleyecekti,bizimde katılmamızı istiyordu.Jessica hevesle
kabul etti.Mike’a bakışından,onunteklif edeceği her şeyi kabul edeceği
anlaşılıyordu.Ben bir şey söylemedim.Bu durumda park yeri boşalana kadar
spor salonunda saklanmak zorunda kalacaktım.
Öğle tatilinin geri kalan bölümünde gözlerimi kendi masamdan
ayırmadım.Kendimle yaptığım anlaşmaya uymaya karar verdim.Öfkeli
görünmediğine göre biyoloji dersine girebilirdim.Yine onun yanına
oturacağımı düşündükçe mideme kramplar giriyordu.
Sınıfa yine Mike’la gitmek istemiyordum.Kartopu nişancılarının popüler
hedefi oydu.Ama kapıya vardığımızda yanımdaki herkez hep bir ağızdan
çığlık attı.Yağmur yağıyor ve karlar eriyordu.Kapüşonumu başıma
geçirdim,buna içten içe memnun olmuştum.Beden eğitimi dersinden sonra
özgürce evime gidebilecektim.
Dört numaralı binaya giderken Mike hala söyleniyordu.
Sınıfa girdiğimde masamı hala boş görünce içim rahatladı.Bay banner
sınıfta dolaşıyor,her masaya mikroskop ve bir kutu slayt
bırakıyordu.Dersin başlamasına birkaç dakika vardı,sınıfta herkezin
kendi arasında konuşmasından kaynaklanan bir uğultu vardı.Gözlerimi
kapıdan uzak tutmaya çalışıyordum;defterimin kapağına anlamsız şeyler
karaladım.
Yanımdaki sandalyenin çekildiğini açıkca duydum ama gözlerimi çizmekte
olduğum desenden ayırmadım.
Merhaba dedi sakin müzik gibi bir ses.
Başımı kaldırdım,benimle konuşmasına çok şaşırmıştım.Benden masanın izin
verdiği ölçüde uzak oturuyordu;ama iskemlesi bana dönüktü.Saçları
sırılsıklam ve dağılmıştı;ama bu haliyle bile saç jölesi reklam
filminden fırlamış gibi görünüyordu.Çarpıcı yüzünden dostça bir
ifade,kusursuz dudaklarında hafif bir gülümseme vardı.
''Adım Edward Cullen.Geçen hafta seninle tanışma fırsatı bulamadım.Sen
Bella Swan olmalısın.''
Aklım karışmıştı.Her şeyi benmi uydurmuştum yoksa?Şu anda son derece
kibardı.Benim de konuşmam gerekiyordu,beni bekliyordu.Fakat söyleyecek
uygun bir söz bulamadım.
''Adımı nereden biliyorsun.''diye kekeledim.
Yumuşak ve etkili bir şekilde gülümsedi.
''Sanırım senin adını herkes biliyor.Bütün kasaba senin buraya gelmeni
bekliyordu.''
Yüzümü buruşturdum,ama aslında böyle olduğunu biliyordum.
''Hayır,''diye ısrar ettim aptal bir şekilde.''Yani demek istiyorum
ki,neden bana Bella dedin?''
Aklı karışmış gibi görünüyordu.''Sana İsabella denmesini mi tercih
ediyorsun?''
''Hayır.Bella'yı daha çok seviyorum,''dedim.''Ama Charlie'nin-yani babam
demek istiyorum-benden İsabella diye bahsettiğini düşünüyordum.Burada
herkes beni böyle tanıyor.''Açıklama yapmaya çalışıyordum,kendimi tığkı
bir aptal gibi hissetmiştim.
''Hmm.''Konuyu kapatmıştı.Ben de başımı başka yöne çevirdim.
Neyse ki Bay Banner tam zamanında derse başladı.Bugün yapacağımız deneyi
açıklarken söylediklerine odaklanmaya çalışıyordum.Kutulardaki slaytlar
karışık haldeydi.Bu slaytları laboratuvar eşimizle soğan kök
hücrelerini temsilettikleri mitoz evrelerine göre ayırıp buna göre
etiketleyecektik.Kitaplarımızı kullanmamamız gerekiyordu.Bay Banner
yirmi dakika sonra kimin doğru yapıp yapmadığını kontrol edecekti.
''Başlayın,''dedi.
''Önce bayanlar,ortak?''diye sordu Edward.Başımı kaldırdığımda bana p
kadar güzel gülümsüyordu ki,tek yapabildiğim ona aptal aptal bakmak
oldu.
''Ya da istersen ben başlayabilirim.''Gülümsemesi kayboldu, eminim i
akıl sağlığımın yerinde olup olmadığını düşünüyordu.
''Hayır,''dedim kızararak.''Ben başlarım.''
Birazcık gösteriş yapıyordum.Bu deneyi daha önce yapmıştım ve ne
aradığımı biliyordum.Kolay olmalıydı.İlk slaytı mikroskopa yerleştirdim
ve 40x merceğine ayarladım.Kısa bir zaman slaytı inceledim.
Değerlendirmem netti.''Profaz.''
''Bakmamın bir sakıncası var mı?''diye sordu ben slaytı çıkarmaya
çalışırken.Beni durdurmak için elimi tuttu.Parmakları buz gibiydi,sanki
sınıfa girmeden önce onları karın içinde tutmuştu.Ama elimi hemen
çekmemin nedeni bu değildi.Bana dokunduğunda sanki elektrik çarpmış gibi
olmuştum.
''Afedersin,''diye mırıldandı elini hemen geri çekerek.Yine de
mikroskoba uzanmaya çalışıyordu.Seersemlemiş bir şekilde onu
seyerediyordum,mikropkoba benim baktığım süreden çok daha kısa bir zaman
baktı.
''Profaz,''diyerek bana katıldı ve çalışma kağıdındaki ilk boşluğa çok
düzgün bir şekilde not aldı.Hızlıca slaytı ikincisiyle değirtirdi ve
üstünkörü baktı.
''Anafaz,''diye mırıldandı yazarken.
''Ben de bakabilir miyim?''dedim ilgisiz bir ses tonuyla.
Budalaca gülümseyerek mikroskobu bana uzattı.
Mercekten hevesle baktımihayal kırıklığına
uğramıştım.Kahretsin,haklıydı.
''Üçüncü slayt.''Ona bakmadan elimi uzattım.
Slaytı bana verdi,tenime tekrar dokunmamak için çaba sarf ediyor gibi
görünüyordu.
''Evre.''Daha sormadan mikroskobu ona uzattım.Hızlıca bakıp yazdı.O
bakarken ben de yazabilirdim ama onun o düzgün vce anlaşılır yazısı
gözümü korkutmuştu.Eğri büğrü yazımla sayfayı mahvetmek istemiyordum.
Herkesten önce bitirdik.Mike ve eşinin iki slaytı tekrar tekrar
karşılaştırdığını ve başka bir grubun da masasının altından kitaplarını
açmış olduklarını gördüm.
Böyle olunca,başarısız bir şekilde ona bakmamaya çalıştım.Başımı
kaldırdığımda bana bakıyordu,gözlerinde aynı açıklayamadığım hüzün
vardı.Birdenbire yüzündeki bu değişimi fark ettim.
''Lens kullanıyor musun?''dedim düşünmeden.
Bu beklenmedik sorum karşısında bozulmuştu.''Hayır.''
''Ben de gözlerinde bir şey var zannettim.''
Omuz silkti ve başka tarafa bakmaya başladı.
ASlında onda farklı bir şey olduğunu biliyordum.Bana en son baktığında
gördüğüm o simsiyah gözlerini çok iyi hatırlıyorum,bu renk soluk teni ve
kestane renkli saçlarıyla tezat oluşturuyordu.Bugün gözleri çok farklı
bir renkti,koyu sarı,karamelden daha koyu ama aynı parlak tondaydı.Bunun
nasıl olduğunu anlayamadım, belki de lenslerle ilgili yalan
söylüyordu.Belki de Forks beni gerçekten çıldırtıyordu.
Başımı aşağıya çevirdim.Ellerini yine yumruk yapmıştı.
Bay Banner neden çalışmadığımıza bakmak için masamıza geldi.Bitirdiğimiz
deneye omuzlarımızın üzerinden baktı ve cevapları kontrol etmek için
daha da yaklaştı.
''Edward, İsabella'ya da mikroskoba bakması için bir şans veremez
miydin?''diye sordu Bay Banner.
''Bella,''diye düzeltti Edward.''Aslına bakarsanız beş tanesinden üçünü o
yaptı.''
Bay Banner bana baktı yüz ifadesi şüpheciydi.
''Bu deneyi daha önce yapmış mıydın?''diye sordu.
Masumca gülümsedim.''Soğan köküyle değil.''
''Alabalık embriyosuyla mı?''
''Evet.''
Bay Banner başını salladı.''Phoenix'te ileri seviye programında
mıydınız?''
''Evet.''
''Peki,''dedi bir süre durduktan sonra.''Sanırım siz ikinizin
laboratuvar eşi olmanız iyi.''Yürürken kendi kendine bir şeyler
mırıldandı.Bay Banner gittikten sonra tekrar defterimi karalama işine
döndüm.
''Karın bittiği kötü oldu değil mi?''diye sordu Edward.Kendini benimle
konuşmaya zorluyormuş gibi hissettim.İyice paranoyak olmuştum.Sanki öğle
yemeğinde Jessica'yla konuştuklarımızı duymuştu ve bana, yanıldığımı
ispatlamaya çalışıyordu.
''Pek değil,''dedim dürüstçe.Hala üzerimden şüphe duygusunu atmaya
çalışıyordum ve odaklanamıyordum.
''Soğuk havayı pek sevmiyorsun.''Bu bir soru değildi.
''Ya da ıslak.''
''Forks senin için yaşaması zor bir yer olmalı,''dedi.
''Hem de nasıl,''diye mırıldandım üzgün bir sesle.
Nedenini bilmiyorum ama söylediklerimden çok etkilenmişti.Yüzü o kadar
dikkat dağıtıcıydı ki bakmamaya çalışıyordum.
''O zaman neden buraya geldin?''
Bunu bana kimse, daha doğrusu onun yaptığı gibi açık bir şekilde hiç
kimse sormamıştı.
''Bu...biraz karışık.''
''Sanırım anlayabilirim,''diye ısrar etti.
Uzun bir süre durdum ve onunla göz göze gelme hatasını yaptım.O koyu bal
rengi gözleri aklımı karıştırdı ve düşünmeden cevap verdim.
''Annem tekrar evlendi,''dedim.
''Kulağa o kadar da karışık gelmiyor,''dedi ama birden duygularıma ortak
oldu.''Bu ne zaman oldu?''
''Geçen eylül.''SEsim bana bile üzgün geliyordu.
''Ve sen ondan hoşlanmıyorsun.''Edward tahmin ediyordu, ses tonu hala
kibardı.
''Hayır Phil iyidir.Belki biraz genç ama yeterince iyidir.''
''Neden onlarla kalmadın?''
Bu ilgisini anlayamamıştım ama bana o delici gözleriyle bakmaya devam
ediyordu.Sanki bu sıkıcı hayat hikayem çok önemliydi.
''Phil çok fazla seyahat eder.Geçimini futboldan sağlıyor.''Hafif bir
şekilde gülümsedim.
''Meşhur biri mi?''diye sordu gülerek.
''Pek değil.Çok iyi oynamıyor.İkinci ligde oynuyor.Çok seyahat eder.''
''Annen de seni onunla seyahat edebilmek için buraya yolladı.''Bunu yine
tahmin eder gibi söyledi, bu bir soru değildi.
Çenemi biraz yukarıya kaldırdım.''Hayır beni buraya o yollamadı.Ben
kendim geldim.''
Kaşlarını çattı.''anlamıyorum,''dedi, bu durum onu fazlasıyla rahatsız
etmişti.
Derin bir iç geçirdim.Bunu ona neden açıklıyordum ki?Merakla bana
bakmaya devam etti.
''Annem önce benimle kaldı ama onu çok özlüyordu.Bu onu mutsuz
ediyordu...bu yüzden ben de Charlie'yle biraz zaman geçirmenin vikti
geldiğini düşündüm.''Sözümü bitirdiğimde sesimin ne kadar üzgün
çıktığını fark etmiştim.
''Ama şimdi sen mutsuzsun,''dedi.
''Ve?''diye sordum.
''Bu hiç de adil değil,''diyerek omuz silkti ama bakışları hala çok
derindi.
Dalga geçmeden güldüm.''Sana kimse söylemedi mi?Hayat adil değildir.''
''Sanırım bunu bir yerlerde duymuştum,''dedi.
''İşte böyle.''Neden bana hala böyle bakıyordu?
Bakışlarıyla sanki beni tartıyordu.''İyi bir oyun çıkardın,''dedi
yavaşça.''Ama bahse girerim ki, insanların görmesine izin verdiğinden
çok daha fazla acı çekiyorsun.''
Yüzümü buruşturdum, beş yaşındaki bir çocuk gibi dil çıkartmamak için
kendimi zor tuttum, başka bir tarafa baktım.
''Haksız mıyım?''
Onu duymazdan gelmeye çalıştım.
''Haklı olduğumu biliyorum,''dedi kendini beğenmiş bir şekilde.
''Bu seni neden ilgilendirsin ki?''dedim, çok rahatsız
olmuştum.Gözlerimi ondan kaçırdım, masalar arasında gezinen öğretmene
bakmaya başladım.
''Bu çok iyi bir soru,''dedi, bunu öyle yavaş söylemişti ki!Acaba kendi
kendine mi konuşuyor diye düşündüm.Birkaç saniye sessizlikten sonra
alabileceğim cevabın sadece bu olabileceğini anladım.
İç geçirdim ve kaşlarımı çatıp tahtaya baktım.
''Seni kızdırıyor muyum?''diye sordu.Eğleniyormuş gibi görünüyordu.
Düşünmeden ona baktım...ve tekrar gerçeği söyledim.''Aslında tam
değil.Ben kendime daha çok kızıyorum.Anlaşılması çok kolay bir insanım,
annem bana her zaman, benim açık kitabım der,''dedim kaşlarımı çatarak.
''Aksine, bence sen anlaşılması çok güç birisin.''Söylediği her şeyle ve
yaptığı bütün tahminlerle gerçekten bunu demek istiyor gibiydi.
''Sen insanları çözebilen bir insansın o zaman?''diye cevap verdim.
''Genellikle.''Gülümsedi ve bembeyaz düzgün dişleri ortaya çıktı.
Bay Banner sınıfa toparlanmasını söyledi ve ben de rahatlamış bir
şekilde ona döndüm.Bu tuhaf ve güzel çocuğa beni küçümsese ya da
küçümsemese de kasvetli hayatımı anlatmıştım.Konuşmamıza dikkatini
vermiş görünüyordu ama şimdi gözümün ucuyla tekrar baktığımda benden
uzaklaştığını, gergin bir şekilde ellerini masanın kenarına bastırdığını
görebiliyordum.
Bay Banner mikroskopla rahatça görebildiklerimizi projeksiyon
makinesinden yansıtıp bize deneyi gösterirken ilgili görünmeye
çalışıyordum.Ama düşüncelerimi kontrol edemiyordum.
Sonunda zil çaldığında edward geçen pazartesi günü yaptığı gibi hızlı ve
zarif bir şekilde sınıftan çıktı.Ve tıpkı geçen pazartesi günü gibi
ardından şaşkınlıkla ona bakakaldım.
Mike çabucak yanıma geldi ve kitaplarımı benim için taşımaya başladı.Bir
an gözümün önüne kuyruk sallayan bir köpek geldi.
''Korkunçtu,''diye söylendi.''Hepsi birbirne benziyordu.Cullen senin
eşin olduğu için çok şanslısın.''
''Bana o kadar da zor gelmedi,''dedim, Mike'ın bu lafı bana garip
gelmişti.Ukalalığımdan pişman olarak, ''Ben zaten bu deneyi daha önce
yapmıştım,''diye ekledim onun incinmesine izin vermeden.
''Cullen bugün çok arkadaş canlısı görünüyordu,''dedi yağmurluklarımızı
giyerken.Bundan pek hoşlanmış görünmüyordu.
İlgisiz görünmeye çalışarak,''Geçen pazartesi nesi vardı merak
ettim,''dedim.
Spor salonuna yürürken Mike'ın söylediklerine odaklanamıyordum ve beden
eğitimi dersi de pek ilgimi çekmedi.Bugün mike benim
takımımdaydı.Kahramanca hem kendi hem de benim yerimi kolladı, bu yüzden
dalgınlığım sadece servis atma sırası bana geldiğinde bozulmuş oldu.Ne
zaman sıra bana gelse bütün takım eğiliyordu.
Park yerine yürürken yağmur sis gibi aşağıya inmişti.Kuru kamyonetime
bindiğimde mutluydum.İlk defa insanın beynini uyuşturan motor sesine
aldırış etmeden ısıtmayı açtım.Montumun fermuarını açtım, kapişonumu
indirdim ve nemli saçımı eve gidene kadar kurusun diye elimle
karıştırdım.
Birilerinin olup olmadığını kollamak için etrafıma bakındım.İşte tam bu
sırada hareketsiz, beyaz bir figür gördüm.Üç araba ilerde, Edward
Cullen, Volvo'nun ön kapısına yaslanmış benim tarafıma doğru
bakıyordu.Hemen başımı çevirdim ve geri geri gitmeye başladım, neredeyse
paslı bir Toyota Corolla'ya çarpıyordum.Toyota çok şanslıydı, tam
zamanında frene bastım.Kamyonetimin un ufak edebileceği türden bir
arabaydı.Derin bir nefes aldım, hala arabamın diğer tarafına bakıyordum,
dikkatli bir şekilde tekrar hareket ettim, bu sefer daha
başarılıydım.Volvo'nun önünden geçerken dosdoğru önüme bakıyordum ama
göz ucuyla, onun güldüğünü gördüğüme yemin edebilirim.




Alıntıdır !
Admin
Admin
Kontes
Kontes

Mesaj Sayısı : 157
Reputation : 0
Kayıt tarihi : 11/07/10
Yaş : 27
Nerden : Yalova

https://twilightserisi-tr.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz