Twilight
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 5. Bölüm (Kan Grubu)

Aşağa gitmek

Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 5. Bölüm (Kan Grubu)  Empty Twilight - Alacakaranlık Türkçe Çeviri 5. Bölüm (Kan Grubu)

Mesaj tarafından Admin Çarş. Tem. 14, 2010 6:25 pm

5.KAN GRUBU

İngilizce dersime sersemlemiş bir halde gittim.İçeri
girdiğimde,dersin çoktan başlamış olduğunu bile fark etmedim.
''Bize katıldığınız için teşekkür ederiz Bayan Swan,''dedi Bay
Mason küçümseyerek.
Kıpkırmızı oldum ve hemen yerime geçtim.
Ders bitene kadar Mike'ın her zamanki yerinde,yani yanımda
oturmadığını fark etmemiştim.Birdenbire kendimi suçlu hissettim.Ama Mike
ve Eric her zamanki gibi benimle kapıda buluştular,demek ki
affedilmeyecek bir şey yapmamıştım.Yürürken Mike yine eskisi gibi
davranmaya,bu hafta sonu havanın nasıl olacağından heyecanla bahsetmeye
başladı.Yağmur yağmaya kısa süreliğine de olsa ara verecek,belki de
kumsal gezisi yapabilecekti.Gitmeye istekli görünmeye çabalıyordum,dün
ona yaşattığım hayal kırıklığını telafi etmek istiyordum.Yağmur yağsın
ya da yağmasın,şanslıysak hava en fazla 27-28 derece olacaktı.
Sabah saatlerinin kalanı hayla meyal geçti.Edward'ın bu sabah
söylediklerinin ve gözlerindeki o bakışın bir ürya olmadığına inanmak
zordu.Belki de gerçekle karıştırdığım çok inandırıcı bir rüyaydı.Bu
kulağa daha olası geliyordu.
Jessica'yla kafeteryaya girdiğimizde sabırsızlık ve korku
içindeydim.Yüzünü görmek istiyordum,son birkaç haftadır gördüğüm o
soğuk,ilgisiz haline geri dönmüş müyfü?Ya da bir mucize sonucu,bu sabah
duyduğumu sandığım şeyleri gerçekten duymuş olabilir miydim?Jessica
benim ilgisizliğimin farkında bile değildi,dans planları hakkında
konuşup duruyordu.Lauren ve Angela diğer çocuklara sormuşlardı ve şimdi
hep beraber gideceklerdi.
Gözlerim her zamanki gibi masasına odaklandığında hayal kırıklığı
bütün bedenimi sarmıştı.Diğer dördü oradaydı ama o yoktu.Eve mi
gitmişti?Hala konuşmakta olan Jessica'yı arada sırada takip
ediyordum.İştahım kaçmıştı,sadece bir şişe limonata aldım.öylece oturup
surat asmak istiyordum.
''Edward Cullen yine sana bakıyor,''dedi Jessica,adını söyleyerek
sonunda dikkatimi çekmeye başlamıştı.''Bugün neden yalnız oturduğunu
merak ettim.''
Hemen kafamı kaldırdım.Edward'ı görmek için Jessica'nın nereye
baktığını takip ettim.Edward yüzünde çarpık bir gülümsemeyle oturduğu
boş masada bana bakıyordu.Bir kere göz göze geldikten sonra elini havaya
kaldırdı ve işaret parmağıyla ona katılmamı işaret etti.Gözlerime
inanamayarak ona bakarken bana göz kırptı.
''Sana mı işaret ediyor?''diye sordu Jessica,sesinde hem
aşağılayan hem de şaşkın bir ifade vardı.
''Belki de biyoloji ödevinde yardıma ihtiyacı
vardır,''dedim.''Hmm,gidip ne istediğine baksam iyi olacak.''
Yanından kalktığımda Jessica'nın arkamdan bana baktığını
hissedebiliyordum.
Masasına geldiğimde karşısındaki sandalyenin arkasında durdum,emin
değildim.
''Neden bugün benimle oturmuyorsun?''diye sordu gülümseyerek.
Oturdum,onu dikkatle izliyordum.Hala gülümsüyordu.Bu kadar güzel
birinin gerçek olabileceğine inanmak çok zordu.Bir toz bulutu içinde
kaybolmasından ve bu rüyadan uyanmaktan korkuyordum.
Bir şey dememi bekliyor gibiydi.
''Bu çok tuhaf,''dedim sonunda.
''Pekala,''dedi ve durdu,söyleyeceklerinin geri kalanı hızla
ağzından dökülüverdi.''Cehenneme gidecek olsam da ben kararımı verdim,bu
işi doğru düzgün yapacağım.''
Mantıklı bir şeyler söylemesini beklerdim.Saniyeler çok yavaş
ilerliyordu.
''Ne demek istediğin konusunda en ufak bir fikrim yok,''dedim.
''biliyorum,''Tekrar gülümsedi ve konuyu değiştirdi.''Sanırım
arkadaşların seni çaldığım için bana çok kızgın.''
''Atlatırlar.''Arkamdan bakışlarını hissedebiliyordum.
''seni geri vermeyecilirim ama.''dedi gözlerinde kötü bir parıltı
vardı.
Yutkundum.
Bir kahkaha patlattı.''Endişeli görünüyorsun.''
''Hayır,''dedim ama komik bir şekilde sesim çatallı
çıkmıştı.''Aslında şaşkınım...tüm bunlar nasıl oldu?''
''Sana söylediğim gibi,senden uzak durmaya çalışmaktan çok
sıkıldım.Bu yüzden pes ettim.''Hala gülümsüyordu ama kehribar rengi
gözleri ciddiydi.
''Pes mi ettin?''diye tekrarladım kafam karışmış bir şekilde.
''Evet,iyi olmaya çalışmaktan vazgeçtim,şimdi ne yapmak istiyorsam
onu yapacağım,ne olacaksa olsun.''Bunları söylerken yüzündeki gülümseme
kayboldu ve sesi sert çıkmaya başladı.
''Yine kayboldum.''
Nefes kesici çarpık gülüşü tekrar belirdi.
''Seninle konuşurken hep çok fazla şey söylüyorum,bu sorunlardan
birisi.''
''Merak etme,hiçbirini anlamıyorum,''dedim yüzümü buruşturarak.
''Ben de ona güveniyorum zaten.''
''Yani kısaca,arkadaş mıyız?''
''Arkadaş...''dedi kuşkuyla.
''Ya da değil,''diye fısıldadım.
Tekrar güldü.''Sanırım deneyebiliriz.Ama seni şimdiden
uyarmalıyım,ben senin için iyi bir arkadaş değilim.''Gülüşünün
arkasındaki bu uyarı gerçekti.
''Hep bunu söylüyorsun,''dedim midemdeki kırampı duymazdan
gelip,sesimi sakin çıkarmaya çalışıyordum.
''Evet, çünkü beni dinlemiyorsun.Bana hala inanmanı
bekliyorum.Eğer akıllıysan benden uzak durursun.''
''Sanırım benim zeka düzeyimi de açıklığa kavuşturmuş
oldun.''Gözlerimi kısmıştım.
Özür dilercesine gülümsedi.
''O zaman ben...akıllanmadığım sürece arkadaş olmaya
çalışacağız?''Konuşmamızı bir sonuca bağlamaya çalışıyordum.
''Kulağa hoş geliyor.''
Limonata şişesine sıkıca sarılmış elime baktım,şimdi ne yapmam
gerektiğini bilmiyordum.
''Ne düşünüyorsun?''diye sordu meraklı bir şekilde.
O derin altın rengi gözlerine baktım,iyice sersemlemiştim,bu
halim,her zaman ki gibi ağzımdan gerçeği kaçırmama neden oldu.
''Senin nasıl biri olduğunu anlamaya çalışıyorum.''
Yüzü gerildi ama gülüşünü de bozmamaya gayret ediyordu.
''Peki nasıl gidiyor?''diye sordu düşünmeden.
''Pek iyi sayılmaz,''Diye itiraf ettim.
Kıkırdadı.''Teorilerin neler?''
Kızarmıştım.Geçtiğimiz ay boyunca Bruce Wayne'le Peter Parker
arasında gidip geliyordum.Bunu ona itiraf edemezdim.
''Bana söylemyecek misin?''Başını yana eğerek dudaklarına baştan
çıkarıcı bir gülümseme yerleştirdi.
Başımı salladım.''Bu çok utanç verici.''
''Bu gerçekten çok sinir bozucu biliyor musun?''diye söylendi.
''Hayır,''dedim katılmayarak.''Senin bütün bu süre zarfında
geceleri uykularımı kaçırma amaçlısöylediğin üstü kapalı laflarına
rağmen,birinin sana ne düşündüğünü söylememesi neden sinir bozucu
oluyor?''
Yüzünü buruşturdu.
''Ya da,''diye devam ettim,bastırılmış rahatsızlığımı artık dışavurma
zamanı gelmişti.''Diyelim ki bu insan imkansız koşullar altında hayatını
kurtarmaktan tut da, ertesi gün sana bir yaratıkmışsın gibi davranmaya
kadar birçok farklı şekillerde garip davranışlar sergilemiş, bunların
hiçbirinin nedenini sana öz verdikten sonra bile açıklamamış.Bu
davranışlar da gerçekten hiç sinir bozucu değil,değil mi?''
''Sen biraz sinirlisin değil mi?''
''Çifte standarttan hoşlanmıyorum.''
İkimizde gözlerimizi dikmiş, büyük bir ciddiyetle birbirimize
bakıyorduk.
Omzumun üstünden baktı ve hiç beklenmedik bir anda gülmeye başladı.
''Ne var?''
''Erkek arkadaşın seni rahatsız ettiğimi düşünüyor.Kavgamızı ayırmak
için gelip gelmemek konusunda kararsız.''Yine gülmeye başlamıştı.
''Kimden bahsettiğini anlamıyorum,''dedim soğuk bir sesle.''Ama eminim
ki bir şekilde yanılıyorsundur.''
''Yanılmıyorum.SAna sözyledim birçok insanı çözmesi çok kolaydır.''
''Benim dışında tabii.''
''Evet,senin dışında.''Bir anda ruh hali değişiverdi,gözleri düşünceli
düşünceli bakmaya başladı.''Acaba bunun sebebi?''
Bakışlarının derinliğinden kurtulmak için başka yere bakmak zorunda
kaldım.Limonata şişesinin kapağını açmaya odaklandım.Bir yudum aldım ve
gözlerimi boş boş masaya diktim.
''Aç değil misin?''diye sordu,dikkati dağılmıştı.
''Hayır karnımın çoktan tok olduğunu,kelebeklerin karnımda uçuştuğunu
söylemek isterdim.''Sen?''dedim önündeki boş masaya bakarak.
''Hayır aç değilim.''Yüz ifadesinden ne demek istediğini
anlayamamıştım,sanki sadece kendisinin bildiği bir şakaya gülüyormuş
gibiydi.
''Bana bir iyilik yapar mısın?''diye sordum bir süre duraksadıktan
sonra.
Bir anda gözleri açılmıştı.''Ne istediğine bağlı.''
''Çok büyük bir şey değil.''
Bekliyordu,çekiniyordu ama aynı zamanda da merak ediyordu.
''Ben sadece merak ediyordum da...Acaba bir dahaki sefere, yani iyiliğim
için,beni görmezden gelmeden önce haber verir misin?Böylelikle kendimi
hazırlayabilirim''Konuşurken limonata şişesine bakıyordum,pembemsi
parmağımı şişenin ağzında gezdiriyordum.
''Kulağa oldukça adil geliyor.''Başımı kaldırdığımda gülmemek için
dudaklarını sıktığını gördüm.
''Sağol.''
''Ben de karşılığında bir cevap alabilir miyim?''diye sordu.
''Ama sadece bir tane.''
''Benimle ilgili bir teorini söyle.''
Eyvah.''bunu değil.''
''Sınır koymadın,sadece bir cevap vereceğine söz verdin,''diye
hatırlattı.
''Sen de sözünde durmadın,''dedim.
''SAdece bir teori,gülmeyeceğim.''
''Evet güleceksin.''Bundan adım gibi emindim.
Başını öne eğdi ve sonra o kavurucu kehribar gözleriyle bana uzun
kirpiklerinin ardından baktı.
''Lütfen''dedi bana yaklaşarak.
Artık aklım yerinde değildi.Aman Tanrım bunu nasıl beceriyordu?
''Ne var?''diye sordum.
''Lütfen bana bir küçük teorini anlat.''Gözleri hala üzerimdeydi.
''Hmm.RAdyoaktif bir örümcek tarafından ısırılmış olabilir misin?''Aynı
zamanda bir hipnoz ustası mı?Yoksa ben her şeye kolayca inanan safı teki
miydim?
''Bu pek de yaratıcı değildi?''diye dudak büktü.
''Üzgünüm,elimden bu kadarı geliyor,''dedim.
''Yaklaşamadın bile,''dedi dalga geçerek.
''Örümcekler yok mu?''
''Hayır.''
''Radyoaktif bir şeyler de mi yok?''
''Hayır,hiçbiri.''
''Tüh,''dedim iç geçirerek.
''Kriptonit beni güçsüz de düşürmüyor,''Dedi gülerek.
''Gülmememn gerekiyordu,unuttun mu?''
Tekrar kendini toparlamaya çalıştı.
''Nasılsa sonunda bulacağım,''dedim onu uyararak.
''Keşke bunu hiç denemesen.''Tekrar ciddileşmişti.
''Çünkü..?''
''Ya ben bir süper kahraman değilsem?Ya ben kötü adamlardan
biriysem?''Eğleniyormuş gibi gülümsedi ama gözleri anlaşılmaz bakıyordu.
''Hmm.Anlıyorum.''Verdiği ipuçları aklımda bir yerlere oturmaya
başlamıştı.
''Anlıyor musun?''Sanki yanlışlıkla söylemesi gerekenden fazlasını
söylemiş gibi yüzü sertleşmişti.
''Sen tehlikeli misin?''Diye sordum.Gerçeği kendi ağzımla dile
getirdiğimi fark ettiğimde kalbim daha hızlı atmaya başladı.O
tehlikeliydi.Uzun zamandır bana bunu anlatmaya çalışıyordu.
Sadece bana baktı,gözlerinde anlayamadığım bir ifade vardı.
''ama kötü değilsin,'''diye fısıldadım daşımı sallayıp.''Hayır,senin
kötü olduğuna inanmıyorum.''
''O zaman yanılıyorsun.''Sesi neredeyse duyulmayacak kadar kısık
çıkıyordu.Önümde duran şişe kapağını aldı ve hızla çevirmeye başladı.Ona
baktım ve kendi kendime ondan neden korkmadığımı anlamaya
çalıştım.Söylediklerinde ciddiydi,bu çok açıktı.ama ben sadece
endişeliydim,sabırsız...Ve hepsinden de öte büyülenmiştim.Ne zaman onun
yanında olsam böyle hissediyordum.
Kafeteryada neredeyse kimse kalmayana kadar sessizliğimiz devam etti.
Hemen ayağa kalktım.''Geç kalacağız.''
''Ben bugün derse girmeyeceğim,''Dedi elindeki kapağı o kadar hızlı
çeviriyordu ki kapak bulanık görünüyordu.
''Neden girmeyeceksin?''
''Dersi bırakmak daha sağlıklı oalcak.''Bana bakarak gülümsedi ama
gözleri tedirgin bakıyordu.
''Pekala, ben gidiyorum,''Dedim.Yakalanmayı göze alamayacak kadar
korkaktım.
''O zaman sonra görüşürüz,''dedi.
Duraksamıştım, kararsız kalmıştım, çalmakta olan ilk zil ile beraber
kapıdan çıkmaya zorlandığımda arkama baktım, o bir milim bile
kıpırdamamıştı.
Sınıfa koşarak gittiğimde başım şişe kapağından bile daha hızlı
dönüyordu.Aklımda yeni oluşan sorularla karşılatırıldığında,o kadar az
sorunun cevabını almıştım ki...Sonunda yağmur durmuştu.
Şanslıydım, sınıfa girdiğimde Bay Banner henüz gelmemişti.Hızlı bir
şekilde yerime oturmaya çalışırken Mike ve Angela'nın bana baktığını
farketmiştim.Mike kırgın, Aangela ise şaşırmış görünüyordu.
Tam o sırada Bay Banner sınıfa girdi ve sınıfa toparlanmasını
söyledi.Yanında birkaç tane küçük karton kutu getirmişti.Bunları Mike'ın
masasına koydu ve ona bunları sınıfa dolaştırmasını söyledi.
''Pekala çocuklar.Şimdi her kutunun içinden bir parça almanızı
istiyorum.Laboratuvar gömleğinin cebinden bir çift eldiven çıkardı ve
onları giydi.Eldivenleri eline geçirdikten sonra bileğine şaklatarak
çıkardığı ses bana uğursuz gibi geldi.''İlk seçtiğiniz kart gösterge
olacak.''Sonra devam etti, üzerine dört tane kare olan beyaz kartı aldı
ve bize gösterdi.''İkincisi ise dört bölümlü bir aplikatör...''dedi
dişsiz tarağa benzeyen bir şey göstererek.''...Ve üçüncüsü steril küçük
bir neşter.''Mavi bir plastik örtü çıkarttı ve onu masanın üzerine
yaydı.Bu uzaklıktan neşteri göremiyordum ama midem kalkmıştı.
''elimde bir damlalıkla kartlarınızı hazırlamak için geleceğim.Bu yüzden
ben size gelmeden başlamayın.''Yine Mike'ın masasından
başladı.Dikkatlice her kareye bir damla su damlattı.''Sonra sizden
dikkatlice neşterle parmağınızı kesmenizi...''Mike'ın elini aldı ve
neşteri orta parmağının ucuna batırdı.Olamaz.Alnımda ıslak birşeyler
hissetmeye başladım.
''Her bölüme küçük bir damla kan da damlatacaksınız.''Kan akana kadar
Mike'ın parmağını sıktı.Yutkundum,midem bulanmaya başlamıştı.
''Daha sonra bunu karta sürtün.^^Bitirmişti,üzerinde kan olan kartı
hepimizin görmesi için yukarı kaldırmıştı.Gözlerimi kapattım,çınlayan
kulaklarımla dinlemeye çalışıyordum.
''Kızılhaç önümüzdeki hafta Port Angeles'te kan toplama kampanyası
düzenleyecek, bu yüzden kan grubunuzu bilmeniz gerektiğini
düşündüm.''Kendiyle gurur duyan bir şekilde konuşuyordu.''Henüz on
sekizine basmamış olanların ailelerinden izin almaları gerekiyor-izin
kağıtları masamın üzerinde.''
Elindeki damlalıkla bütün sınıfı dolaşmaya devam etti.Yanağımı soğuk
siyah masaya dayadım ve bilincimi açık tutmaya çalıştım.Sınıftakiler
parmaklarına iğne batırdıkça gülüşmeler, yakınmalar duyuluyordu.Yavaş
yavaş ağzımdan nefes alıp vermeye başladım.
''Bella, sen iyi misin?''diye sordu Bay Banner.Başımın hemen yakınındaki
sesi endişeli geliyordu.
''Ben zaten kendi kan grubumu biliyorum Bay Banner,''dedim
güçsüzce.Başımı kaldırmaya korkuyordum.
''Başın mı dönüyor?''
''Evet efendim,''diye mırıldandım, içimden bir şey elimde bu şans varken
elime iğne batırılması için bunu kullanmamı söyledi.
''Biri Bella'yı revire götürebilir mi?''dedi.
Mike'ın gönüllü olduğunu görmek için başımı kaldırmama gerek yoktu.
''Yürüyebilecek misin?''diye sordu Bay Banner.
''Evet,''dedim fısıltıyla.Sadece beni buradan çıkartın, diye
düşündüm.Sürünerek bile gidebilirdim.
Mike elini belime koyup elimi omzuna attığında beni taşımaya hevesli
görünüyordu.Ağırlığımı ona vererek sınıftan dışarı çıktım.
Kampüs boyunca Mike beni bu şekilde taşıdı.Kafeteryaya yaklaştığımızda,
dördüncü bina gözden kaybolduğunda ve Bay Banner'ın artık bizi
görebilmesinin mümkün olmadığı bir yere geldiğimizde durdum.
''Lütfen bir dakika oturmama izin ver,''diye yalvardım.
Kaldırımın kenarına oturmama yardım etti.
''Ve ne yaparsan yap ellerini cebinde tut,''diyerek onu uyardım.Başım
hala dönüyordu.Yan tarafa devrilip yanağımı kaldırımın dondurucu ve
nemli çimentosuna dayadım, gözlerimi kapadım.Bunun biraz faydası olmuş
gibiydi.
''Bella yemyeşil oldun,''dedi Mike endişeli bir şekilde.
''Bella?''Uzaktan bir ses duydum.
Hayır!Lütfen bu tanıdık sesi sadece hayal ediyor olayım!
''Ne oldu-yaralandı mı?''Sesi şimdi daha yakından geliyordu ve üzgün
çıkıyordu.Rüya görmüyordum.Ölmeyi ya da en azından kusmamayı dileyerek
gözlerimi daha sıkı kapattım.
Mike'ın sesi çok heyecanlı çıkıyordu.''Sanırım bayıldı.Ne olduğunu
bilmiyorum, parmağını bile kesmemişti.''
''Bella.''Edward tam yanımdaydı, sesi rahatlamış çıkıyordu.
''Beni duyabiliyor musun?''
''Hayır,''diye söylendim.''Git başımdan.''
Güldü.
''Ben onu revire götürüyordum,''Diye açıklama yaptı Mike kendini
savunmak istercesine.''Ama daha fazla yürüyemeyecek anlaşılan.''
''Onu ben götürürüm,''dedi Edward.Gülümsemesini sesinde duyabiliyordum.
''Hayır,''diye itiraz etti Mike.''Onu benim götürmem lazım.''
Bir an kaldırım altımdan kayboldu.Gözlerimi dehşetle açtım.Edward beni
kucağına almış, sanki elli beş kilo değil de beş kiloymuşum gibi kolayca
kaldırmıştı.
''Beni yere bırak!''Lütfen, n'olur onun üzerine kusmayayım.Ben daha
lafımı bitirmeden, o yürümeye başlamıştı.
''Hey!''diye bağırdı Mike arkamızdan.
Edward onu duymazdan geliyordu.''Korkunç görünüyorsun,''Dedi
gülümseyerek.
''Beni kaldırıma bırak,''diye söylendim.Yürüyüşünün sarsıntısı bana hiç
de iyi gelmiyordu.Beni dikkatle vücudundan uzakta tutuyordu, bütün
ağırlığım kollarındaydı ve bu onu hiç rahatsız ediyor gibi görünmüyordu.
''Sen şimdi kan görünce mi bayıldın?''diye sordu.Bu onu eğlendirmişe
benziyordu.
Cevap vermedim.Tekrar gözlerimi kapattım ve tüm gücümle bulantımla
savaşmaya başladım, dudaklarımı birbirine kenetlemiştim.
''Hem de kendi kanını görünce bile değil,''Diyerek devam etti, kendi
kendine eğleniyordu.
Beni taşırken kapıyı nasıl açtığını bilemiyorum ama birden ısınmıştım,
böylelikle içeride olduğumuzu anladım.
''Aman Tanrım,''diyen bir kadın sesi duydum.
''Biyoloji dersinde bayıldı,''diye açıkladı Edward.
Gözlerimi açtım.İçerideydik ve Edward da revirin kapısından benimle
birlikte geçmeye çalışıyordu.Kızıl saşlı ön ofis memuru Bayan Cope
kapıyı tutarak ona yardım etti.Anneanneye benzeyen hemşire başını
kitabından kaldırdı.Edward beni odaya sokup kahverengi vinil sedyenin
üzerine bıraktı.Sonra dar odanın en uzak köşesine geçti.Gözleri
parlıyordu, heyecanlanmıştı.
''Sadece biraz başı döndü,''dedi şaşkın hemşireye.''Biyoloji dersinde
kan gruplarına bakıyorlardı.''
Hemşire başını salladı.''Her zaman bir tanesi buraya gelir zaten.''
Edward güldü.
''Sadece biraz uzan tatlım, birazdan geçecek.''
''Biliyorum,''dedim iç geçirerek.Bulantım yavaş yavaş geçiyordu zaten.
''Bu sık oluyor mu?''diye sordu.
''Bazen,''diye itiraf ettim.Edward gülümsemesini kapatmak için öksürdü.
''Sen sınıfa dönebilirsin,''dedi hemşire Edward'a.
''Benim onunla kalmam gerek.''bunu o kadar ikna edici bir ses tonuyla
söylemişti ki, hemşire bir şeyler söyleyecek gibi olduysa da fazla
uzatmadı.
''Gidip alnına koymak için sana biraz buz getireyim canım,''dedi kadın
bana ve hızla odadan çıktı.
''Haklıydın,''dedim, gzölerim kapanıyordu.
''Genelde haklıyımdır ama bu sefer hangi konuda?''
''Dersi asmak sağlıklı birşeydir.''Düzgün nefes almaya çalışıyordum.
''Bir an için ödüm koptu,''Diye itiraf etti bir an durduktan sonra.Ses
tonu, sanki utanç duyduğu bir zayıflığını itiraf ediyormuş gibi
çıkmıştı.''Newton'un senin cesedini ormana gömmek için sürüklediğini
düşündüm.''
''Ha ha.''Gözlerim hala kapalıydı ama her geçen dakika kendimi daha iyi
hissediyordum.
''Açıkçaası senden daha iyi görünen cesetler gördüm.Katilinden öç
almanın peşine düşecektim neredeyse.''
''Zavallı Mike.Eminim çılgına dönmüştür.''
''Benden kelimenin tam anlamıyla nefret ediyor,''dedi Edward neşeli bir
şekilde.
''Bunu bilemezsin,''dedim ama sonra ondan gerçekten nefret edebileceğini
düşündüm.
''Yüzünü gördüm,bundan eminim.''
''Peki beni nasıl gördün?Dersi astığını düşünüyordum.''Neredeyse
düzelmiştim, tabii öüle yemeğinde bir şeyler yemiş olsaydım eminim
kendimi daha iyi hissedecektim.Diğer taraftan, belki de midem boş olduğu
için şanslıydım.
''Arabamda müzik dinliyordum.''Ne kadar normal bir cevaptı bu, beni
şaşırtmıştı.
Kapının açıldığını duydum ve gözlerimi açtığımda elinde soğuk bir
kompres olan hemşireyi gördüm.
''Al bakalım canım.''Elindekini alnıma koydu, ama tam o anda kapı açıldı
ve Bayan Cope şaşırıp kaldı.
''Bir hastamız daha var,''dedi.
Gelen hasta için sedyeden kalktım.Elimdeki kompresi hemşireye
verdim.''Alın buna ihtiyacım kalmadı.''
Sonra Mike odaya girdi, bu sefer biyoloji sınıfımızdan beti benzi
sararmış Lee Stephens'a yardım ediyordu.Edward ve ben onlara yol açmak
için duvara doğru yaslandık.
''Hayır,olamaz,''diye söylendi Edward.''Bella odadan hemen çık.''
Şaşkınlıkla ona baktım.
''Güven bana-hadi git.''
Hızlı bir şekilde daha kapanmadan kapıyı yakaladım, revirden hemen
çıktım.Edward'ı tam arkamda hissedebiliyordum.
''Hayret, ben, dinledin.''Çok şaşırmıştı.
''Kan kokusunu aldım,''dedim yüzümü buruşturarak.Lee benim gibi diğer
insanları seyrettiği için fenalaşmamıştı.
''İnsanlar kan kokusunu alamazlar,''dedi.
''Ama ben alabiliyorum-beni hasta eden şey de buydu.Pas ve...tuz gibi
kokuyor.''
Yüzünde anlaşılmaz bir ifadeyle bana bakıyordu.
''Ne var?''
''Yok bir şey.''
Mike kapıdan çıkarken bana ve edward'a bakıyordu.Edward'a bakışından,
Edward'ın nefretle ilgili söylediklerinin haklı çıktığını
görebiliyordum.Sonra bana baktı, gözlerinde üzgün bir ifade vardı.
''daha iyi görünüyorsun,''dedi suçlarcasına.
''Sen sadece ellerini cebinden çıkarma,''diye uyardım onu tekrar.
''Artık kanamıyor,''dedi sessizce.''Sınıfa geri dönüyor musun?''
''Sen dalga mı geçiyorsun?Eğer sınıfa adımımı atarsam tekrar buraya
dönmem gerekir.''
''Evet, sanırım öyle.Bu hafta onu geliyor musun?Plaja?''mike
konuşurken,tezgaha yaslanmış, bir heykel gibi hareketsizdurup boşluğa
bakan Edward'a bir bakış daha attı.
Sesimin elimden geldiği kadar sevimli çıkmasına çabalıyordum.''Tabii ki,
gelirim demiştim.''
''Saat onda babamın dükkanında buluşuyoruz o zaman.''Fazla ayrıntı
verdiğini fark ederek gözleri tekrar Edward'a kaydı.Vücut hareketleri
bunun açık bir davet olmadığını gösteriyordu.
''Orada olacağım,''dedim.
''O zaman beden eğitimi dersinde görüşürüz,''dedi kapıya doğru
isteksizce ilerlerken.
''Görüşürüz,''diyerek cevap verdim.Bana bir kez daha baktı, suratı iyice
asılmıştı., yavaşça kapıya doğru ilerlerken omuzları da iyice düştü.Bir
an onun için üzüldüm.Been eğitimi dersinde hayal kırıklığına uğramış
yüzünü bir kez daha göreceğimi düşünüdüm.
''Beden eğitimi,''diye söylendim.
''Bunu halledebilirim.''Edward'ın benim tarafıma geçtiğini görmemiştim
ama şimdi kulağımın dibindeydi.''Git bir yere otur ve solgun görünmeye
çalış,''diye mırıldandı.
Bu o kadar da zor bir şey değildi;ben her zaman solgun görünüyordum ve
az önceki bayılmam yüzümde hafif bir ter lekesi bırakmıştı.Katlanan
sandalyelerden birine oturdum, başımı duvara yasladım ve gözlerimi
kapadım.Bu baygınlıklar beni çok yoruyordu.
Edward'ın tezgahın yanında usulca konuştuğunu duyuyordum.
''Bayan Cope?''
''Evet.''Masasına geri döndüğünü duymamıştım.
''Bella'nın birazdan beden eğitimi dersi var ve bence kendini pek iyi
hissetmiyor.Aslında düşünüyorum da onu eve götürsem daha iyi olacak.Ona
bu ders için bir izin yazabilir misiniz?''sesi yumuşacık
çıkıyordu.Gözlerinin ne kadar muhteşem göründüğünü hayal bile
edemiyordum.
''Sana da yazmam gerekiyor mu Edward?'' Bayan Cope heyecanlanmıştı.NEden
ben bunu yapamıyordum?
''Hayır gerek yok,zaten Bayan Golf'un dersi,aldırmayacaktır.''
''Tamamdır.Çabuk iyileş Bella,''diye seslendi bana.Güçsüzce başımı
salladım.
''Yürüyebilir misin yoksa seni taşımamı mı istersin?''
''Yürümeyi tercih ederim.''
Dikkatlice ayağa kalktım, kendimi iyi hissediyordum. Kapıyı
benim için açtı, kibarca gülümsedi ama gözleri dalga geçer gibiydi.
Dışarıya çıktığımızda yağmur çiselemeye başlamıştı. Bu çok
hoştu, yüzümdeki yapış yapış teri yağmur yıkadı, buraya geldiğimden
beri ilk defa havadan sürekli dökülen ıslak şey hoşuma
gitmişti.
"Teşekkürler," dedim beni dışarıya doğru takip ederken.
"Hasta olmam bir işe yaradı, beden dersinden kurtuldum."
"Her zaman." Önüne doğru bakıyordu.
"Sen de gidiyor musun? Bu cumartesi yani?" Her ne kadar
gelecek gibi durmasa da, onun da gelmesini çok isterdim. Onun
okuldan diğer çocuklarla bir arabaya doluştuğunu hayal bile
edemiyordum; o aynı dünyaya ait değildi. Ama ben yine de şansımı
denemek istemiştim.
"Hepiniz tam olarak nereye gidiyorsunuz?" Hâlâ donuk bir
ifadeyle önüne bakıyordu.
"La Push'a, limana." Yüzüne dikkatle bakıp bir anlam çıkarmaya
çalıştım. Gözlerini kısmıştı.
Gülümseyerek göz ucuyla bana baktı. "Davet edildiğimi hiç
sanmıyorum."
"Demin seni davet ettim ya," dedim iç geçirerek.
"Seninle ben bu hafta zavallı Mike'ı daha fazla zorlamayalım
istersen. Onu kızdırmak istemeyiz." Gözleri yerinde durmuyordu,
onu kızdırma fikri fazlasıyla hoşuna gitmişti.
"Evet ya, Mike," diye söylendim. Aklımda söylediği 'seninle
ben' lafı vardı. Bu fazlasıyla hoşuma gitmişti.
Park yerine gelmiştik. Kamyonetimin olduğu tarafa, sola doğru
döndüm. Bir şey beni ceketimden tutup geri çekti.
"Nereye gittiğini sanıyorsun sen?" dedi öfkeyle. Sıkıca ceketimden
tutuyordu.
Kafam karışmıştı. "Eve gidiyorum."
"Seni eve sağ salim götüreceğime dair söz verdiğimi duymadın
mı? Bu haldeyken ben sana araba kullandırır mıyım?" Sesi
hâlâ kızgındı.
"Ne varmış durumumda? Ya kamyonetim ne olacak?" diye
söylendim.
"Alice'e söylerim, okuldan sonra sana bırakır." Beni ceketimden
çekiştire çekiştire arabasına götürüyordu. Düşmemeye çalışıyordum,
zaten düşsem de muhtemelen beni sürükleyerek görürdü.
"Bırak gideyim!" diye ısrar ettim. Beni duymazdan geliyordu.
Islak kaldırıma çarpa çarpa arabasına kadar geldik. Sonunda
beni bıraktı, kapıya doğru tökezledim.
"Ne kadar da ısrarcısın." dedim.
"Kapı açık." Söylediği tek şey buydu. Sürücü koltuğuna geçti.
"Ben eve kendim gidebilecek durumdayım." Çalıştırdığı arabanın yanında
duruyordum. Yağmur şiddetlenmişti, kapişonumu
takmamıştım bu yüzden saçlarım sırılsıklam olmuştu.
Camı açtı ve koltuğun üzerinden bana, "Arabaya bin Bella,"
' dedi.
Cevap vermedim. Beni yakalamadan önce kamyonetime nasıl
ulaşabileceğimi hesaplıyordum, itiraf etmeliyim, pek bir şansım
yoktu.
"Seni buraya geri sürüklerim," dedi planımı tahmin ederek.
Arabasına binerken ağırbaşlılığımı korumaya çalışıyordum.
Ama pek de başarılı olduğum söylenemezdi, yağmurdan sıçana
dönmüştüm ve botlarımın bile içine su girmişti.
"Bu tamamen gereksiz," dedim sertçe.
Cevap vermedi. Kontrol düğmeleriyle oynamaya başladı, ısıtıcıyı
açtı, müziğin sesini kıstı. Park yerinden çıkarken put gibi
durup onunla hiç konuşmamayı planlıyordum ama sonra çalan
şarkıyı fark ettim.
''Clair de Lune?''diye sordum şaşkın bir şekilde.
''Debussy'yi bilir misin?''O da şaşırmıştı.
''Pek değil,''diye itiraf ettim.''Annem evde sık sık klasik müzik
dinler, sadece sevdiklerimin isimlerini bilirim.''
''Bu benim en sevdiklerimden bir tanesidir.''Yine derin düşüncelerde
kaybolarak yağmuru seyretmeye koyuldu.
Açık gri deri koltuklarda müzik dinleyerek rahatlamıştım.Bu tanıdık ve
rahatlatıcı melodiye kapılmamak mümkün değildi.Yağmur her yeri gri ve
yeşil bir duman gibi kaplamıştı.Bir an çok hızlı gittiğimizin farkına
vardım, araba o kadar sarsılmadan gidiyordu ki, hızı
hissedemiyordum.Sadece yanı başımdan şimşek hızıyla geçen kasaba
ışıkları hızımızı ele veriyordu.
''Annen nasıl biri?''diye sordu birdenbire.
Ona baktığımda beni meraklı gözlerle incelediğini gördüm.
''Ben anneme çok benzerim, ama o benim daha güzel
halim,''dedim.Kaşlarını kaldırdı.''Ben Charlie'ye daha çok
çekmişim.Annem benden daha dışadönük ve cesurdur..Sorumsuz ve oldukça
değişik bir kadındır,ayrıca farklı bir aşçıdır.O benim en iyi
arkadaşımdır.''Sustum.Onunla ilgili konuşmak beni üzmüştü.
''Kaç yaşındasın Bella?''Sesi anlamadığım bir sebepten ötürü hayal
kırıklığına uğramış gibi çıkmıştı.Arabayı durdurdu,Charlie'nin evine
çoktan gelmiştik.Yağmur o kadar şiddetli yağıyordu ki, evi tam olarak
göremiyordum.Sanki araba bir nehre gömülmüştü.
''On yedi yaşındayım,''dedim, aklım biraz karışmıştı.
''Hiç on yedi göstermiyorsun.''
Sesi sitem doluydu,bu beni çok güldürdü.
''Ne?''diye sordu, yine meraklanmıştı.
''Annem hep benim otuz beş yaşında doğduğumu ve her geçen yıl orta yaşlı
birine dönüştüğümü söyler.''Tekrar güldüm ve derin bir iç
geçirdim.''Birinin yetişkin olması gerek.''Bir saniye sustum.''Sen de
bir lise öğrencisi için hiç de küçük görünmüyorsun,''dedim.
Yüzünü buruşturdu ve konuyu değiştirdi.
''Peki annen neden Phil'le evlendi?''
Adını hatırlamasına çok şaşırdım;sadece bir kere söylemiştim, bundan iki
ay önce.Buna cevap vermem biraz zaman aldı.
''Annem...yaşına göre çok genç gösteriyor.Bence Phil onun daha da genç
hissetmesini sağlıyor.Her nasılsa, annem onun için deli oluyor.''Başımı
salladım.Bu çekim benim için tam bir muammaydı.
''Peki onaylıyor musun?''diye sordu.
''Fark eder mi?''diye karşılık verdim.''Onun mutlu olmasını
istiyorum...ve annemin istediği kişi de o.''
''Bu çok asil...acaba?''dedi kendi kendine.
''Ne?''
''Acaba annen de sana aynı şekilde davranır mıydı?Yani seçimin ne olursa
olsun?''Bir anda dikkatini bana yoğunlaştırdı, gözleri benden bir cevap
bekliyordu.
''Sanırım,''diye kekeledim.''Ama sonuçta o bir anne.O yüzden biraz
farklı.''
''O zaman seçtiğin kişi korkunç olmasın,''diye dalga geçti.
Buna karşılık gülümsedim.''Korkunç derken ne demek istedin?Her yerinde
küpeler ve kocaman dövemeler olan birini mi?''
''Sanırım korkunç kelimesinin tanımlarından bir tanesi bu olabilir.''
''Senin korkunç tanımın ne peki?''
Ama sorumu duymazdan geldi ve bana başka bir soru sordu.
''Sence ben de korkunç olabilir miyim?''Bir kaşını kaldırdı ve hafif bir
gülümseme yüzünü aydınlattı.
Bir an acaba doğru mu yoksa yalan mı söylesem diye düşündüm.Doğru
söylemeye karar verdim.''Hmm...Bence eğer istersen olabilirsin.''
''Şimdi benden korkuyor musun?''Yüzündeki gülümseme kayboldu ve o
mükemmel suratı bir anda ciddileşti.
''Hayır,''dedim hemen.Gülümsemesi tekrar geldi.
''Pekala, şimdi de sen bana aileni anlat,''dedim konuyu dağıtmak
için.''benimkinden çok daha ilginç bir hikayen olmalı.''
''Ne bilmek istiyorsun?''Dedi temkinli bir şekilde.
''Cullen'lar seni evlat mı edindiler?'dedim doğrulamak ister gibi.
''Evet.''
Bir an duraksadım.''Peki annenlere ne oldu?''
''Çok uzun zaman önce öldüler.''Sesi çok gerçekçi çıkmıştı.
''Üzgünüm,''diye mırıldandım.
''Onları çok net hatırlamıyorum.Carlisle ve Esme uzun zamandır benim
annemle babam.''
''Ve onları seviyorsun.''Bu bir soru değildi.Bu, onlarla ilgili
konuştuğunda açıkça anlaşılıyordu.
''Evet,''dedi gülümseyerek.''Onlardan daha iyi iki insanı hayal
edemiyorum.''
''Çok şanslısın.''
''Evet, bunu biliyorum.''
''Peki ya erkek kardeşinle kız kardeşin?''
Kontrol panelindeki saate baktı.
''Kız kareşimle erkek kardeşim, yani Jasper ve Rosalie bu yağmurda beni
beklerlerse çok sinirlenecekler.''
''Afedersin, sanırım gitmen gerekiyor.''
Arabadan inmek istemiyordum.
''Sanırım sen de kamyonetini Şef Swan eve dönmeden önce geri
istiyorsundur, böylelikle ona biyoloji kazasından bahsetmek zorunda
kalmazsın.''Bana bakarak gülümsedi.
''Onun duyduğundan adım gibi eminim.Forks'ta hiçbir şey gizli
kalamaz,''dedim iç geçirerek.
Bir kahkaha attı, bunun ardında keskin birşey vardı.
''Kumsalda iyi eğlenceler...Güneşlenmek için harika bir hava.''Başını
eğerek deli gibi yağan yağmura baktı.
''Yarın seni göremeyecek miyim?''
''Hayır.Emmet ve ben hafta sonuna erkenden başlıyoruz.''
''Ne yapacaksınız?''Bir arkadaş bunu sorabilirdi değil mi?Umarım
sesimdeki hayal kırıklığı çok belli olmuyordur.
''Keçi Kayalıkları Bölgesi'nde yürüyşe gideceğiz, Rainer'in güneyinde.''
Charlie'nin Cullen'ların sık sık kamp yapmaya gittiklerini söylediğini
hatırladım.
''Ne güzel, iyi eğlenceler.''Onun için sevinmiş gibi yapmaya
çalışıyordum.Ama yine de onu pek kandırabildiğimi
zannetmiyordum.Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme vardı.
''Bu hafta sonu benim için bir şey yapar mısın?''Yüzüme bakmak için bana
döndü ve o yakıcı altın rengi gözleriyle beni esir aldı.
Çaresiz bir şekilde başımı salladım.
''Alınma ama, sen hani şu nelayı mıknatıs gibi çeken insanlardan birine
benziyorsun.O yüzden...Okyanusa düşme ya da bir yerlere çarpma, olur
mu?''Yüzünde yine o çarpık gülümsemesi vardı.
O konuşurken çaresizliğim de yavaş yavaş yok oldu.Yüzüne baktım.
''Elimden geleni yapacağım.''Dedim ve arabadan dışarı, yağmura
çıktım.Gereğinden fazla bir güçle kapıyı kapattım.
Arabayla uzaklaşırken hala gülümsüyordu.




Alıntıdır !
Admin
Admin
Kontes
Kontes

Mesaj Sayısı : 157
Reputation : 0
Kayıt tarihi : 11/07/10
Yaş : 27
Nerden : Yalova

https://twilightserisi-tr.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz