Twilight
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 9 (HEDEF)

Aşağa gitmek

Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 9 (HEDEF)  Empty Eclipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 9 (HEDEF)

Mesaj tarafından ilaydædward Perş. Tem. 15, 2010 8:57 pm


ECipse-Tutulma Türkçe Çeviri Bölüm 9 (HEDEF)


Alice beni sabah eve bırakırken hala pijama partisi maskaralığından bahsetmeye devam ediyordu. Edward resmi olarak “yürüyüşünden” geldiği için artık bunu daha fazla sürdürmenin anlamı yoktu. Tüm bu numaralar bana fazla gelmeye başlamıştı. İnsan olmanın bu kısmını hiç özlemeyeceğime emindim. Charlie arabanın kapısının çarpma sesini duyduğundan hemen gizlice camdan baktı. Alice’e el salladı ve kapıyı bana açmak üzere içeri gitti. “Eğlendin mi?” diye sordu Charlie. “Kesinlikle, harikaydı. Oldukça... kızsaldı.” Eşyalarımı içeri taşıdım ve merdivenlerin oraya bırakıp atıştıracak bir şeyler bulma umuduyla mutfağa gittim. “Bir mesajın var,” dedi Charlie arkamdan. Mutfak tezgahının üzerinde bloknot tavaya dayanmış şekilde duruyordu. Jacob aradı, yazıyordu en üst kısımda. Öyle demek istemediğini ve üzgün olduğunu söyledi. Aramanı istiyor. Ona karşı nazik ol ve ona şans tanı. Sesi çok üzgün geliyordu. Yüzümü buruşturdum. Charlie’nin mesajlarıma yorum ekleme gibi bir huyu yoktu genelde.. Jacob istediği gibi davranıp, üzgün olabilirdi. Onunla konuşmak istemiyordum. Son duyduğumda öbür taraftan telefon edilmesine izin verilmiyordu hem. Eğer Jacob benim ölmemi tercih ediyorsa belki de sessizliğe alışması gerekirdi. Duyduğum açlık yok olmuştu. Arkamı döndüm ve eşyalarımı toparlamaya gittim. “Jacob’ı aramayacak mısın?” dedi Charlie. Oturma odasının duvarına yaslanmış eşyaları yerden alışımı seyrediyordu. “Hayır.” Merdivenleri çıkmaya başladım. “Bu çok da sempatik bir tavır değil Bella,” dedi. “Affetmek erdemdir.” “Kendi işine bakmak da öyle,” dedim sesimi alçak tutmaya çalışarak. Yıkanacak çamaşırların yığıldığını biliyordum, bu yüzden diş macununu bir kenara koydum ve kirli çamaşırlarımı sepete attım. Charlie’nin yatağını değiştirmek üzere odasına gittim. Onun çarşaflarını merdivenin tepesine bırakıp kendiminkileri almaya gittim. Yatağın kenarında durdum ve başımı yana doğru eğdim. Yastığım neredeydi? Etrafıma bakınarak bir daire çizdim.Yastık yoktu. Odamın tuhaf şekilde toplu olduğunu fark etmiştim.Gri tişörtümü karyolanın ayak ucuna astığımı hatırlıyordum. Ayrıca bir çift kirli çorabımı da sallanan sandalyemin arkasına ve iki gün önce okulda giymekten vazgeçtiğim kırmızı bluzumu da koluna asmıştım... Tekrar etrafıma bakındım. Kirli sepetim boş değildi ama olması gerektiğinden farklı olarak ağzına kadar dolu da değildi. Charlie çamaşır mı yıkamaya başlamıştı? Bu kesinlikle onun karakterine uygun değildi. “Baba çamaşır yıkamaya mı başladın?” diye kapıdan bağırdım. “Aaa, hayır,” diye cevap verdi, sesinden utanmış olduğunu anladım. “Başlamamı ister misin?” “Hayır, ben hallettim. Odamda bir şey aradın mı?” “Hayır. Neden?” “Ben.. tişörtümü bulamadım da... ” “Odana girmedim.” Ve sonra Alice’ın pijamalarımı almak için buraya geldiğini hatırladım. Yastığımı da aldığını fark etmemiştim – muhtemelen yatakta yatmaktan kaçındığım içindi. Görünüşe göre uğramışken temizlik de yapmıştı. Bu kadar pasaklı olduğum için utandım. Fakat o kırmızı bluz kirli değildi, bu yüzden kirli sepetinden almaya gittim. Onun en üstte olmasını bekliyordum ama orada yoktu. Tüm yığını karıştırdıysam da bulamadım. Paranoyaklaştığımı biliyordum ama görünüşe göre odada bir ya da daha fazla şey kaybolmuştu. Burada yarım makineyi dolduracak çamaşır bile yoktu. Yatak çarşaflarımı çıkardım, Charlie’nin de eşyalarını aldım ve çamaşır odasına gittim. Çamaşır makinesi boştu. Kurutucuyu da kontrol ettim, Alice’in nezaket gösterip yıkadığını ummuştum. Ama hiçbir şey yoktu. Kaşlarımı çattım, şaşırmıştım. “Aradığın şeyi buldun mu?” diye bağırdı Charlie. “Henüz değil.” Tekrar yukarı çıkıp yatağımın altına baktım. Toz topakları dışında hiçbir şey yoktu. Dolabımı karıştırmaya başladım. Belki de tişörtü bir kenara atmış ve unutmuştum. Kapı çaldığında aramaktan vazgeçtim. Bu Edward olmalıydı. “Kapı,” Charlie oturduğu koltuktan bunu söylerken ben de yanından geçmiştim. “Sakın yorma kendini baba.” Yüzümde büyük bir gülümsemeyle kapıyı açtım. Edward’ın altın rengi gözleri ardına kadar açılmış, burun delikleri irileşmişti ve dudakları dişlerinin üzerinden sıyrılmıştı. “Edward?” Yüzündeki ifadeden dolayı sesimde şaşkınlık vardı. “Ne – ?” Parmağını dudaklarımın üzerine koydu. “Bana iki saniye ver,” diye fısıldadı. “Sakın kımıldama.” Kapının önünde şaşkınlıktan donup aklmıştım ve o... yok oldu. Charlie onun yanndan geçtiğini görmeden büyük bir hızla hareket etti. Ben kendimi toplayıp ikiye kadar saymadan o dönmüştü. Kolunu belime doladı ve beni mutfağa doğru çekiştirdi. Gözleriyle tüm mutfağı araştırdı ve vücudunu sanki bana siper etmişçesine bana yapıştırdı. Koltukta oturan Charlie’ye bir bakış attım ama o titizlikle bizi görmezden geliyordu. “Birisi buradaydı,” diye mırıldandı kulağıma, beni mutfağın arka kısmına götürmüştü. Sesi gergindi; makinenin çıkardığı sesten dolayı zorlukla duyuluyordu. “Yemin ederim kurt adamlarla – ” demeye çalışdım. “Onlardan biri değil,” diye hemen sözümü kesti ve başını hayır anlamında salladı. “Bizden biri.” Ses tonundan ailesinden birini kastetmediğini anladım. Kanın yüzümden çekildiğini hissettin. “Victora mı?” diye sessizce sordum. “Bu tanıdığım bir koku değil.” “Volturi’den biri mi?” diye tahminde bulundum. “Muhtemelen.” “Ne zaman?” “Bu yüzden onlardan biri olduğunu düşünüyorum – yani çok uzun zaman önce gelmemiş, geldiği sıralarda Charlie uyuyor olmalı. Ve her kimse ona dokunmamış bu yüzden başka bir amaçla buraya gelmiş olmalı.” “Beni aramak için.” Cevap vermedi Sanki bir heykel gibi harketsiz duruyordu. “Siz orada ne fısıldaşıyorsunuz?” Charlie şüpheyle sordu, elinde boş patlamış mısır kasesi duruyordu. Fena olmuştum. Bir vampir Charlie uyurken eve girmişti. Endişe dalgası tüm bedenimi ele geçirmişti, dilim tutulmuş gibiydi. Cevap veremedim, sadece korkuyla ona baktım. Charlie’nin ifadesi değişti. Aniden gülümsemeye başladı. “Eğer siz tartışıyorsanız... ben bölmeyeyim.” Hala gülümsüyordu, elindeki kabı lavaboya bıraktı ve yavaş yavaş oturma odasına doğru gitti. “Hadi gidelim,” dedi Edward usulca. “Ama ya Charlie!” Korkudan göğsüm sıkışmıştı, nefes almakta zorlanıyordum. Bir an düşündü ve sonra da eline telefonunu aldı. “Emmett,” diye mırıldandı ahizeye doğru. Çok hızlı konuşmaya başladı öyle ki söylediklerini anlamadım bile. Yarım dakikadan az sürmüştü konuşması. Beni kapıya doğru çekmeye başladı. “Emmett ve Jasper yoldalar,” dedi benim direnmeme karşılık. “Ağaçları tarayacaklar. Charlie iyi durumda şu an.” Beni sürüklemesine izin verdim çünkü doğru düzgün düşünemiyordum. Charlie’nin kendini beğenmiş gülümseyerek bakarken benim dehşete düşmüş gözlerimle karşılaşması kafasını karıştırmıştı. Charlie bir şey söyleyemeden Edward beni dışarı çıkardı. “Nereye gidiyoruz?” Arabaya bindiğimiz halde fısıldamaya devam ediyordum. “Alice ile konuşacağız,” dedi, sesi alçak değildi ama kasvetliydi. “Onun bir şey görmüş olabileceğini mi düşünüyorsun?” Gözlerini kısmış yola bakıyordu. “Belki.” Edward’ın telefon görüşmesinden sonra hepsi tetikte bizi bekliyordu. Herkes gergin şekilde heykel gibi kaskatı dururken onların arasından geçmek müzede yürümek gibiydi. “Ne oldu?” diye sordu Edward daha kapıdan girdiğimizde. Alice’e gözlerini dikip ellerini öfkeyle yumruk yaptığında çok şaşırdım. Alice ise ellerini göğsünde birleştirip durdu. Sadece dudakları oynamıştı. “Bilmiyorum. Hiçbir şey görmedim.” “Bu nasıl mümkün olabilir?” diye tıslarcasına konuştu Edward. “Edward,” dedim azarlarcasına. Alice ile bu şekilde konuşmasından hiç hoşlanmamıştım. Carlisle sakin bir şekilde konuşarak araya girdi. “Bu çok da kesin bir ilim değil, Edward.” “Onun odasına girmiş, Alice. Hala orada durup, onun gelmesini bekliyor olabilirdi.” “Bunu görürdüm.” Edward öfkeyle ellerini havaya kaldırdı. “Gerçekten mi? Bundan emin misin?” Alice buz gibi bir ses tonuyla ona cevap verdi. “Bana zaten Volturi’nin kararlarını izleme görevini verdin, Victoria’nın dönüşünü ve Bella’nın her adımını da. Şimdi bir tane daha mı vermek istiyorsun? Niye sadece Charlie’nin ya da Bella’nın odasını ya da evini ya da tüm sokağı gözetlemiyorum ki? Edward biraz daha kendime yüklenirsem hepsi işe yaramaz hale gelecek.” “Zaten öyle gibi görünüyorlar,” diye cevabı yapıştırdı Edward. “O tehlikede değildi. Bu yüzden görecek bir şey de yok.” “Eğer İtalya’yı izliyorsan, neden onların bir ––” “Onlar olduğunu sanmıyorum,” dedi Alice ısrarla. “Bunu görürdüm.” “Başka kim Charlie’yi sağ bırakır ki?” Ürpermiştim. “Bilmiyorum,” dedi Alice. “Çok yardımcı oldu.” “Kes şunu Edward.” Bana doğru döndü, hala çok öfkeliydi ve dişlerini sıkıyordu. Bana bir süre kızgın baktıktan sonra aniden derin bir nefes verdi. Gözlerini açtı ve dişlerini sıkmaktan vazgeçti. “Haklısın, Bella. Üzgünüm.” Alice’e baktı. “Beni affet, Alice. Senin üzerine böyle gitmemeliydim. Bu affedilmezdi.” Edward derin bir nefes aldı. “Pekala o zaman bunu mantıklı olarak düşünelim. İhtimaller neler?” Herkes bir anda çözüldü. Alice rahatlayıp koltuğa oturdu. Carlisle ona doğru geldi, gözleri başka yerde gibiydi. Esme Alice’in önündeki koltuğa oturdu ve ayaklarını sandalyeye uzattı. Hareketsiz kalan tek kişi Rosalie’ydi, bize sırtını dönmüş devasa camdan dışarıya bakıyordu. Edward beni kolumdan çekti ve Esme’nin yanına oturttu. Esme kollarını bana doladı, Edward ise elimi tutuyordu. “Victoria?” diye sordu Carlisle. Edward başını onaylamaz şekilde salladı. “Hayır. O kokuyu tanımıyordum. O Volturi’den biri olmalı, daha evvel karşılaşmadığım biri... ” Alice başını salladı “Aro henüz kimseye onu bulmasını söylemedi. Bunu görürdüm. Bunu bekliyorum çünkü.” Edward başını kuşkuyla salladı. “Sen resmi bir emir bekliyorsun.” “Sence biri kendi başına mı hareket etti? Neden ama?” “Caius’un fikridir,” dedi Edward, yüzü yeniden gerilmişti. “Ya da Jane’in... ” dedi Alice. “İkisinin de elinin altında kullanabileceği tanımadığımız kişiler var...” Edward kaşlarını çattı. “Ve nedenleri de.” “Bu mantıklı değil ama,” dedi Esme. “Eğer biri Bella’yı bekleseydi Alice onu görürdü. Kadın ya da erkek o kişi her kimse niyeti Bella’yı incitmek değildi. Ya da Charlie’yi.” Babamın adını duymak beni tekrar endişelendirmişti. “Her şey yolunda girecek, Bella,” diye mırıldandı Esme saçlarımı okşayarak. “Öyleyse bunun amacı neydi?” diye mırıldandı Carlisle. “Hala insan mıyım diye kontrol etmek olabilir mi?” diye tahminde bulundum. “Olabilir,” dedi Carlisle. Rosalie benim duyabileceğim şekilde derin bir nefes verdi. Artık hareketsiz değildi, yüzünde umutla döndü ve mutfağa doğru baktı.Öte yandan Edward’ın cesareti kırılmış görünüyordu.Emmett mutfak kapısından içeri hızla girdi, Japser da tam arkasında duruyordu. “Uzun süre önce gitmiş, saatler önce,” Emmett umutsuzca söyledi bunu. “İzler doğuya doğru sonra da güneye gidiyordu ve yolun kenarında sona eriyor. Kenarda park etmiş bir araba vardı. “Kötü şans,” diye homurdandı Edward. “Eğer batıya doğru gitseydi... o zaman köpekler yararlı olabilirdi.” İrkildim, ve Esme omzumu okşadı. Jasper Carlisle’a baktı. “Hiçbirimiz bu kokuyu tanımıyoruz. Ama bir de sen bak.” Elinde yeşil ve buruşturulmuş bir şey tutuyordu. Carlisle ondan aldı ve yüzüne doğru yaklaştırdı. Ona verirken gördüm, bu bir eğrelti otuydu. “Belki de sen bu kokuyu tanıyorsundur.” “Hayır,” dedi Carlisle. “Tanıdık değil. Tanışdığım biri değil bu.” “Belki de buna yanlış bir açıdan bakıyoruz. Belki de sadece bir rastlantıydı...,” Esme konuşmaya başlamıştı ki herkesin ona kuşku dolu yüzlerle bakması yarıda kesmesine neden oldu. “Yabancı birinin kazara Bella’nın evini seçmesini rastlantı olduğunu demek istememiştim. Sadece belki de biri merak etmişti. Bizim kokumuz onun etrafını sarmış durumda. O kişi orada bizim neyin ilgimizi çektiğini merak etmiş olamaz mı?” “Öyleyse neden buraya gelmedi? Yani merak ettiyse?” Emmett ısrarla sordu. “Sen gelirdin,” dedi Esme aniden ve gülümsedi. “Geri kalanlarımızın tamamı da bizim kadar açık değil. Bizim ailmiz oldukça geniş – o kişi her kimse korkmuş olabilir. Ama Charlie zarar görmedi. Yani bu düşman olduğu anlamına gelmez.” Sadece meraktı. Tıpkı James ve Victoria’nın en başında merak ettikleri gibi mi? Victoria’yı düşünmek beni ürpertmişti, neyse ki elimizde olan tek şey bunu yapanın o olmadığıydı. Bu defa değildi en azından. Her zamanki metotlarına bağlı kalırdı o. Bu başka biriydi. Yavaşça farkediyordum ki vampirler benim düşündüğümden çok daha fazla dünyamıza karışmış durumdaydılar. Kim bilir kaç defa normal bir insanın hayatı bir vampirler kesişmişti? Kaza ve cinayete kurban giden kaç ölümün aslında sorumlusu onların susuzlukları olmuştu? Onların tarafına katıldığımda bu yeni dünya ne kadar kalabalık olacaktı? Bir ürperti sırtımdan aşağıya doğru indi. Cullenlar Esme’nin savını çeşitli yüz ifadeleriyle kafalarında tartıyorlardı. Edward’ın bu teoriyi
desteklemediğini görebiliyordum, Carlisle ise buna inanmak istiyor gibiydi. Alice dudaklarını büktü. “Hiç sanmıyorum. Zamanlaması fazla mükemmel... Bu ziyaretçi temasta bulunmama konusunda fazla dikkatliydi. Neredeyse benim görebileceğimi biliyor gibiydi... ” “Temasa geçmemesinin başka bir nedeni de olabilir,” diye hatırlattı Esme. “Kim olduğunun gerçekten önemi var mı?” dedim. “Kazara da olsa bu kişi beni arıyordu... bu yeterli bir neden değil mi? Mezuniyete kadar beklememeliyiz.” “Hayır, Bella,” dedi Edward hemen. “O kadar da kötü değil durum. Eğer gerçekten tehlikede olsaydın bunu bilirdik.” “Charlie’yi düşün,” diye hatırlattı Carlisle. “Kaybolursan onun ne kadar üzüleceğini düşün.” “Ben zaten Charlie’yi düşünüyorum! Onun için endişeleniyorum! Ya dün gelen kişi susamış olsaydı? Charlie’nin çevresinde olduğum sürece o hedef olmaya devam edecek. Eğer ona bir şey olursa bu benim suçum olur!” “Hiç de bile, Bella,” dedi Esme ve saçlarımı okşadı tekrar. “Ve Charlie’ye hiçbir şey olmayacak. Daha dikkatli olacağız.” “Daha dikkatli mi?” diye inanmayarak tekrarladım. “Her şey yoluna girecek, Bella,” diye söz verdi Alice; Edward elimi sıktı. Ve onların güzel yüzlerine teker teker bakarken fark ettim ki ne söylersem söyleyeyim asla onların fikirlerini değiştiremeyecektim. Eve dönüşümüz oldukça sessizdi. Yılmış durumdaydım. Tam aksinin daha iyi olacağımı düşümsem de hala insandım. “Bir an olsun yalnız kalmayacaksın,” diye söz verdi Edward arabayı sürerken. “Mutlaka birileri yakınlarında olacak. Emmett, Alice, Jasper... ” Derin bir nefes verdim. “Bu çok saçma. Gerçekten çok sıkılacaklar, hatta birileri yapmadan önce bu yüzden kendileri beni öldürecekler.” Edward bana tatsız bir şekilde baktı. “Çok eğlencelisin Bella.” Eve ulaştığımızda Charlie’nin keyfi yerindeydi. Edward ile benim aramdaki gerilimin farkındaydı ve bunu tamamen yanlış yorumluyordu. Yüzünde tuhaf bir gülümsemeyle yemeğini yerken beni izledi. Edward izin isteyerek masadan kalktı, etrafı gözetleyecekti sanırım. Charlie mesajlarımı vermek için onun geri dönmesini bekledi. “Jacob aradı gene,” dedi Charlie Edward odadan gider gitmez. Yüzümdeki ifade önümdeki tabak kadar boştu. “Ah, gerçekten mi?” Charlie kaşlarını çattı. “Bu kadar acımasız olma, Bella. Sesi gerçekten kötüydü.” “Jacob bu halka ilişkiler çabaların için sana ödeme yapıyor mu, yoksa bunun için gönüllü mü oldun?” Charlie yemek yiyene kadar manasızca söylendi. Farkında değildi ama önemli bir noktaya değinmişti. Hayatım şu anda zarla oynanan şans oyunlarına dönmüştü – bir sonraki seferde de bir-bir mi gelecekti? Ya bana bir şey olsaydı? Bu Jacob’
ı söylediklerinden dolayı suçluluk içerisinde bırakmaktan daha kötü geldi. Fakat şu anda söyleyeceğim her kelimeyi farklı tarafa çekeceğinden bu konu hakkında Charlie’yle konuşmak istemiyordum. Bunu düşünmek Jacob ile Billy’nin ilişkilerini kıskanmama neden oldu. Yaşadığın insandan saklayacağın sırlarının olmaması ne kadar da güzel olmalıydı. Bu sabaha kadar onu aramak için bekleyebilirdim. Bu gece ölecek değildim ya, üstelik on iki saat kadar daha kendini suçlu hissetmesinin zararı yoktu. Hatta onun için iyi bile olabilirdi. Edward akşam gittiğinde beni ve Cahrlie’yi bu yağmurda kimin koruduğunu merak ettim. Alice ya da her kimse o kişi, onun için berbat hisseetim ama yine de rahattım. Kabul etmek zorundaydım, yalnız olmadığını bilmek güzeldi. Zaten Edward’da yakında gelirdi. Bana uyumam için gene ninni söyledi – bilinçsiz de olsam orada olduğunun farkındaydım – kabus görmeden güzel bir uyku çektim. Sabah Charlie ben uyanmadan yardımıcısı Mark ile balığa gitmişti. Gözetimden uzak bu kutsal anı kullanmaya karar verdim. “Jacob ile takılmaya gidiyorum,” kahvaltımı ettikten sonra bunu Edward’a söylemiştim. “Onu affedeceğini biliyordum,” dedi yüzünde bir gülümsemeyle. “Kin tutmak yeteneklerin arasında yok.” Gözlerimi devirdim ama memnun oluştum. Görünüşe göre Edward gerçekten bu anti –kurt adam tavırlarını bir kenara bırakmıştı. Arayana kadar telefona bakmamıştım. Gerçekten erken bir saatti ve Billy ile Jake’i uyandırdığım için endişelendim. Neyse ki ikinci telefon çalışında biri açtı, telefondan çok da uzakta durmadıkları anlamına geliyordu. “Alo?” dedi donuk bir ses. “Jacob?” “Bella!” diye heyecanla haykırdı. “Ah Bella, çok üzgünüm!” Hızla duraksamadan konuşmaya başladı sanki onları içinde tutamayacak gibiydi. “Yemin ederim öyle demek istememiştim. Aptallık ettim. Kızgındım – ama tabi bu bir bahane olamaz. Hayatım boyunca söylediğim en aptalca şeydi ve üzgünüm. Bana kızma, lütfen? Lütfen. Beni affetmen için ömür boyu kölen olacağım.” “Kızgın değilim. Affedildin.” “Teşekkürler,” dedi coşkuyla. “Böyle bir hayvanlık yaptığıma inanamıyorum.” “Bunun için endişelenme – alıştım.” Neşeyle güldü, rahatlamıştı. “Beni görmeye gel,” diye rica etti. “Bunu telafi etmek istiyorum.” Kaşlarımı çattım. “Nasıl?” “Ne istersen. Yamaç dalışı yaparız,” diye önerdi tekrar gülerek. “Harika bir fikir.” “Zarar görmeyeceğine söz veriyorum,” dedi. “Ne yapmak istersen.” Edward’ın yüzüne baktım, sakin görünüyordu ama bunun zamanı olduğunu sanmıyordum. “Şu an mümkün değil.” “O benim kadar heyecanlanmadı değil mi?” Jacob’ın sesi bu defalık utanmış gibi çıkmıştı. “Sorun o değil. Bir... sorun var, yani hınzır bir kurt adamdan farklı olarak daha önemli bir sorun var.” Sesimi neşeli tutmaya çalışmıştım ama onu kandıramamıştım. “Sorun ne?” diye sordu. “Şey.” Ona söyleyip söylememek konusunda kararsızdım. Edward elini telefonu almak için uzattı. Onun yüzüne dikkatlice baktım. Oldukça sakin görünüyordu. “Bella?” dedi Jacob. Edward iç geçirdi ve elini yaklaştırdı. “Edward ile konuşmanın mahsuru var mı?” diye kaygıyla sordum. “Seninle konuşmak istiyorda.” Uzun bir sessizlik oldu. “Pekala,” diye kabul etti Jacob sonunda. “Bu konu ilginç olmalı.” Telefonu Edward’a uzattım; gözlerimdeki tehditkar ifadeyi görmüş olmasını umuyordum. “Merhaba, Jacob,” dedi Edward, kusursuz şekilde kibardı. Bir sessizlik oldu. Dudağımı ısırdım, Jacob’ın ne dediğini tahmin etmeye çalışıyordum. “Biri buradaydı – daha evvel rastlamadığım bir koku vardı,” diye açıkladı Edward. “Sizin sürü yeni bir şeyle karşılaşmış mıydı?” Bir başka duraksama, Edward kendi kendine başını sallamıştı. “Asıl sorun da bu zaten. Bunun icabına bakana kadar Bella’yı gözümün önünden ayırmayacağım. Bu kişisel değil ––” Jacob onun sözünü kesti, telefonun ahizesinden gelen sesini duyabiliyordum. Her ne söylüyorsa daha önce söylediklerinden çok daha şiddetliydi. Söylediklerini duymakta zorlanmıştım. “Haklı olabilirsin –,” diye başladı Edward ama Jacob tekrar konuşmaya devam etti. İkisinin de sesi an azından kızgın gelmiyordu. “Bu ilginç bir öneri. Bu konuda tekrar anlaşmak için oldukça istekliyiz. Tabi Sam için de uygunsa.” Jacob’ın sesi daha da alçaktı artık. Edward’ın yüz ifadesinden bir anlam çıkarmaya çalışırken tırnaklarımı kemirmeye başlamıştım. “Teşekkürler,” dedi Edward. Sonra Jacob’ın söylediği bir şey Edward’ın yüzünde şaşkınlıktan dolayı bir seğirmeye neden oldu. “Aslında yalnız gitmeyi planlıyordum,” diye cevapladı Edward kendisine sorulan beklenmedik soruyu. “Ve onu da diğerleri ile bırakacağım.” Jacob’ın sesi bir anda yükselmişti ve sanki onu bir şeye ikna etmeye çalışıyormuş gibi geldi bana. “Bunu etraflıca düşüneceğim,” diye söz verdi Edward. “Elimden geldiğince tarafsız olmaya çalışacağım.” Bu defa daha kısa bir sessizlik oldu. “Bu çok da kötü bir fikir değil. Ne zaman?... Hayır, bu harika. Ben bizzat takip etmek isterdim aslında. On dakika... Elbette ki,” dedi Edward. Telefonu bana doğru uzattı. “Bella?” Telefonu ondan yavaşça aldım, kafam karışmıştı. “Az önceki de neydi öyle?” diye sordum Jacob’a, sesim hırçın çıkmıştı. Sanki bir ergen gibi davranmıştım ama dışlandığımı hissetmiştim. “Bir ateşkes sanırım. Hey bana bir iyilik yap,” dedi Jacob. “Senin kan emiciyi benim yanımın en güvenli yer olduğu konusunda – özellikle de o gidince – ikna et. Her şeyi yapabiliriz böylece.” “Ona pazarlamaya çalıştığın şey bu muydu?” “Evet. Bu çok mantıklı. Charlie’nin de muhtemelen en güvenli olacağı yer burası. Mümkün olduğunca tabii.” “Billy’le de iyi anlaşıyorlar,” diye kabul ettim. Fakat Charlie’yi her zaman benim bulunduğum çapraz ateşin tam ortasına bırakma fikrinden nefret etmiştim. “Peki ya başka?” “Sadece Forks’a çok yaklaşan birilerini yakalayabilmek için birkaç sınır ayarlaması yaptık. Sam’in bundan hoşlanacağını pek sanmıyorum ama o gelene kadar ben ilgileneceğim.” “İlgileneceğim de ne demek oluyor?” “Yani evinin çevresinde bir kurdun koştuğunu görürsen sakın ateş etme demek oluyor.” “Tabii ki etmem. Sen de hiçbir şeyi... riske atma.” Küçümsercesine güldü. “Aptal olma. Kendi başımın çaresine bakabilirim.” Derin bir nefes verdim. “Ayrıca onu ziyaret etmen konusunda ikna etmeye çalıştım. Önyargılı bu yüzden ona güvenlik konusunda endişelendirme. Fakat burada güvende olacağını benim kadar iyi biliyor.” “Bunu aklımda tutacağım.” “Az sonra görüşürüz,” dedi Jacob. “Geliyor musun?” “Evet. Gelip seni ziyaretçinin bıraktığı kokuyu alacağım böylece onun izini sürebileceğiz.” “Jake bu iz sürme işinden hiç hoşlanmadım –“ “Ah, lütfen ama Bella,” diyerek sözümü kesti. Jacob güldü ve telefonu kapattı.
ilaydædward
ilaydædward
İnsan
İnsan

Mesaj Sayısı : 214
Reputation : 1
Kayıt tarihi : 13/07/10

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz